8 Haziran 2022 Çarşamba

İyi ki doğdun...

31 sene önce.  Bugün gibi güneşli bir gün.  8 Haziran 1991.  Evde bi telaş, bi panik.  Annemin üzerinde tuhaf, beyaz mı pembe mi olduğunu tam çıkaramadığım ve onun hiç te tarzı olmayan kıyafet gibi bişey.  Kafasında bone.  Genelde bana aşı veya iğne yaptırmak için geldiğimiz o iğrenç hastanedeyiz.  Ama tüm sevdiklerim etrafta.  Bu sefer olay benimle alakalı değil belli.  Bu kez beni kandırmamışlar, cidden kardeş geliyor demektir.  Herkes birbiriyle konuşurken annemin oturur vaziyette durduğu yatağın üzerine zıplıyorum bir hamlede.  Elini uzatıyor bana, "Sana kardeş gelecek birazdan" diyor.  İstiyorum tabii gelsin ama annemin daha fazla hastanede durmasına da sebep olmasın.  Daha gelmeden kızmaya başladım ona.  Hem hastaneleri de sevmem.  İlk intiba için pek hoş bir yer olmayacak sevgili "kardeş"! 

Zaten annemin diğer elinde bulunan serum iğnesinden gözümü alamıyorum.  Bir insan gelirken annesine bunu yapar mı?  Derken doktorun gelişini duyuyorum.  Güler yüzlü çok tatlı bir bayan.  Demek elinde iğne tutmayan doktorlar sevimli de olabiliyormuş.  "Hazır mıyız Berrin Hanım?" diyor.  Anneme doğru dönüyorum, rengi beyazlaşmış, korkuyor gibi sanki.  Tuhaf, anneler korkmaz, anneler hastalanmaz, anneler hastaneye gelmez...  O anda hafif bir sinirleniyorum ben bu "kardeş" kişisine.  Annemin kolunda ki serumun nedeni "o" çünkü.  Yineliyorum içimden, "insan annesine bunu yapar mı?"  Derken annem doktor ablayla birlikte odadan çıkıyor.  Bizde arkalarından gidiyoruz.  

Annem tekerlekli sandalyede.  Yürüyemiyor bile.  İçimden hadi gelecekse gelsin şu kardeş diyorum.  Sinirliyim, korkuyorum.  Doktor, annemle içeri girerken bunu farketmiş olacak ki bana dönüp "Anneni birazdan buraya kardeşinle beraber getireceğim, sana söz veriyorum." diyor.  Biraz rahatlıyorum.  Çünkü bugüne dek, annem ve babam beni hastaneye aşı veya iğne için götürdüklerinde hep başka bahanelerle ve yalan söyleyerek götürdüler ancak daha önce hiç bir doktor bana yalan söylemedi.  Zaman geçmiyor.  Derken doktorlardan önce biri çıkıyor odadan.  Diğer tüm büyükler aniden adamın yanına gidiyorlar.  Annem çıkmadı, o zaman bu teleş niye?  Bende yanlarında onlarla beraber o adamın yanına gidiyorum.  Minik sedye gibi bir şey.  Mavi bir örtü.  Herkes kendinden geçmiş, gülüyorlar, anneannem ağlıyor.  Boyum yetişmiyor.  Göremiyorum derken biri beni kucağına alıp havaya kaldırıyor.  

İşte o zaman, seni ilk kez orada görüyorum.  Örtünün üzerinde miniciksin.  Düşündüğümden de, arkadaşlarımın kardeşlerinden de küçük.  O zamanlar minik olan benim yanımda bile çok küçüksün.  Kalakalıyorum sana bakarken.  Dünya ilk kez ben  5 yaşımdayken aniden duruyor.  İlk kez ablalığı hissediyorum.  Geceleri annesi üstünü örtmezse, yorganın ucunu bulamayan ben o içgüdüyle senin üzerini örtmeye çalışıyorum.  Sapsarı, minicik, korumasız bir erkek çocuğunun ablasıyım ve şunu biliyorum ki, o zamanlar dünyadaki en çekingen ve korkak kız çocuğu olan ben, bu sedyedeki sarı kafalı bebek için dünyayı yakabilirim.  

31 sene sonra bugün, aynı şekilde biliyorum ki senin için tüm dünyayı karşıma alabilirim. Annemin bana en güzel hediyesi, dostum, arkadaşım, sırdaşım ve dert ortağım, sen iyi ki doğdun.  İyi ki bana ablalığı yaşattın.  Eksiklerimizi tamamladığımız, dertlerimizi paylaştığımız, korktuğumuzda birbirimize sımsıkı sarıldığımız nice güzel yaşların olsun.  Gönlünden geçenlerin çok ötesinde nice yaşlara "kardeşim"...