30 Nisan 2015 Perşembe

Sana Ne!

"Sana ne?"  Nasıl güzel bir cevap.  Özeline müdahale etmeye çalışanlara, saygısızlara, sınırını bilmeyenlere, hayata at gözlüğü eşliğinde gelmişlere ve bunu en mühim aksesuarlarıymışçasına kullanıp, sana da kullanman adına baskı yapanlara verilebilecek, en rahatlatıcı ve en kısa cevap.  Benim için acil çıkış kapısı.  Karşımdaki ile mantık çerçevesinde konuşamayacağımı hissettiğimde, bu cevabı veririm daima.  Kuvvetle muhtemel onunda buna verilebilecek cevabı yoktur zaten, susar, tartışma başlamadan biter.

Yazıyorum ben, rahatlamak adına, zaman geçirmek adına, kendimi mutlu etmek adına yazıyorum.  Paylaşıyorum hiç tanımadığım, muhtemelen de tanışmayacağım insanlarla. Benim gemim burası, kendi dümenimin başındayım ben.  İster Kuzeye çeviririm rotamı, ister Güneye.  Ben yazarım, sen değer verir, okursan, mutlu olurum.  Elbette görüş ayrılıklarımız olur, bundandır zaten, hepimizin ayrı beyin kullanıyor olması.  Yeri gelir beğenmezler yazıyı, farklı olur görüşleri, yorum yazarlar, bende saygı duyarım.  Lakin, hakarete tahammül etmem, edemem.  Twitter'da daha önce tanışmadığım birinin, okuduğu yazıya istinaden bana hakaret etmesini kaldıramam.  Ne kadar tanıyorsun ki sen beni?  Ne zaman karşılaştık seninle?  Ne gibi bir zarar verdim ben sana?  Benim hakkımda ne kadar fikir sahibisin?  Yazdığıma katılma, işte buna saygı duyarım ama fazlasına asla!  Sen siyahı sev, bırak ben beyazımla yaşayayım.  Hakaret ettiğinde çirkinsin çünkü, haksızsın, yaralamaya çalışırken beni, en derin yaralarından faydalanıyorsun.  Televizyon gibi düşün burayı, beğenmediysen geç git.  Kalma.  Ama çirkinleşme lütfen.  Buradan yazıp, yetmedi deyip, twitterdan, olmadı instagramdan, bu da yetmez bir de gazeteden yazayım deme.  Senin gibi çirkinleşmem ben, engellerin biter gider.  Fazlası olmazsın benim için, olamazsın.  Ne kadar tanıyorum ki seni üzüleyim.  Gerçi üzülürüm bak, sadece senin adına üzülürüm ama.  Yazık derim, şiddet onun yegane iletişim aracı olmuş, sözlerin en çirkinlerini, en bozuk olanlarını, en kırıcı olanlarını seçebiliyor, ancak bu, fazlası yok.

Küfür etmek kolaydır.  Yabancı dil öğrenmeye başladığında bile önce küfür etmeyi öğrenirsin.  Zor olan doğru kelimelerle kendi düşünceni açıklamaktır.  Budur mühim olan, budur seni sen yapan.

Kendimi ifade etmeyi seviyorum ben, bunun için yazıyorum zaten.  İmkanım oldukça da yazacağım.  Sende kendini ifade et, yaz sende.  Tartışalım ama o seviyenin altına inmeyelim.  Sevgi gösteremiyorsak dahi, saygı duyalım.  Gerçekten zor değil.

Gökkuşağı tek renk olsa, bu kadar güzel görünmezdi.  Farklılıklar oldukça güzeliz.  Konuştukça, anlaştıkça, sevdikçe güzeliz.

Sevgiyle.



29 Nisan 2015 Çarşamba

Erkekler neden zeki kadınlardan korkar?


Amerika’lı bir arkadaşım var Danny isminde.  Beraber büyüdük sayılır.  Babası tam bir Türkiye aşığıdır ve senede en az altı kez falan gelirler buraya.  Danny, bizim biscolata erkeklerini bile kıskandıracak kadar yakışıklı, mimar ve inanılmaz hazır cevap.  Muhtemelen dünya üzerindeki tüm kadınların uğruna ismini ve dahi portresini koluna dövme yaptıracağı erkeklerden.  Geçen gün evlilik ile alakalı yaptığımız konuşmadan sonra bana bir söz yolladı whatsapp’tan.  “Eğer bir kızın senin için doğru olduğunu anlamak istersen, ona, “telefonumu kaybettim arayabilir misin?” diye mesaj at, eğer ararsa, durma evlen onunla.” diyordu.  Yani Danny gibi kendine güvenen, erkeklerin onun gibi olmak isteyeceği, kadınların onunla olmak istediği bir erkek bile aptal kadın istiyordu demek.  Erkekler neden zeki kadınlardan korkuyor?  Kadınlar ve erkekler için belki çok zeki olmayan biri ile zaman geçirmek hoş gelebilir ilk başlarda, kandırırsın, espri yaparsın anlamaz, kendini yanında daha bir yeterli hissedersin, daha bir eğlenirsin falan ama sonra.  Sıkılmayacak mısın?  Ben tahammül edemem vallahi.  Ama erkekleri bir konuda uyarmak isterim.  Aptal kadın diye bir şey yok beyler.  Kendinizi kandırmayın.  Aptala yatan kadın vardır.  Senin o tatmin etmeye çalıştığın ego’nu daha bir kabartmak adına, seni sevindirip, senin de onu sevindirmen adına aptala yatan kadın vardır.  Sen kendini inanılmaz zeki gördüğün o anlarda aslında istediğini sana yaptırmak adına ince düşünceler içinde olan kadın vardır.  Bkz. Marilyn Monroe…  Yoksa cidden o kavanoz kapağını açabilmek için bıçakla havasını almak varken, neden senden yardım istiyor, yada kaslı kollar mı gerekiyor sahiden ampul değiştirmek için?  Oldu canım. 

Erkeklerin kendilerini Herkül hissettirecek kadına olan ihtiyacı ile aynı orandadır, kadınların da Alfa erkeği ihtiyaçları.  Ve maalesef bunun olmadığını anladıklarında, kendilerini geri çekerler ki, kendileri ve dahi tüm çevresi, birlikte olduğu adamın Alfa erkeği olduğunu düşünsün. 

Sanırım bugünlük size verdiğim bilgiler kafi.  Bunları yazarken yine bekar hayatımdan boy veriyorum ya, neyse…  ;)

Sevgiyle,


28 Nisan 2015 Salı

10 Sene Öncesi ile Görüşme

Ş.B (Şimdiki Berrak)
Ö.B. (Önceki Berrak)

Ş.B. : Nasılsın Berrak?

Ö. B. : İyidir, süperim senden naber?  Saçını mı boyattın sen?  Kızıla hemde.  Nasıl cesaret ettin?  Ben kestirmeye bile kıyamıyorum, o yüzden de sürekli topluyorum, gerçi sıkılıyorum ama risk almaya ne gerek var?  Vay canına.  Kaşını almışsın ama aynı zamanda kilo da almışsın.  Almışım, almışsın, neyse işte.  Kahve?

Ş. B. : O zamanda severdim dimi?  Alırım tabii.  Saçlarını bir sene içinde sarıya yakın bir renge boyatacaksın, sonra deliler gibi pişman olup, eski rengine boyatacaksın.  Sonra rengi bozulacak ve çikolata kahve rengini kullanacaksın bayağı bir zaman, sonra sırasıyla, karamel, sarı, karamel, çikolata kahve, kızıl ve bakır olacak.  Ha arada yine bir haftalık sarışın olacaksın ama deli gibi pişman olup hemen bakıra geri döneceksin.  Bu rengi de kendin keşfettin sanma sakın, televizyonda göreceksin, Hürrem Sultan rengi diye yaptıracaksın.  Saçını kestireceksin sonra, öyle böyle değil hemde kısacık.  Aynanın karşısına ilk geçtiğinde ağlamamak için zor tutacaksın kendini ama geçecek.  Sonra devamlı değişiklik yapacaksın kendinde.  Değişikliğin iyi olduğunu fark edeceksin bir süre sonra.  Her anlamda.! Fikirlerin de değişecek zamanla, sen onların sahibisin, onlar senin değil, bunu anlayacaksın.

Ö.B. : Vay canına.  Kahvenin yanında sigara mı yaktın sen?  Annem görmesin kızım, gebertir seni bak!  Hem annemle babam nasıl oldu da izin verdiler bunca değişikliğe?  Ben kediyi almak için bile on takla atmıştım hatırlarsan.  Sedat’ı alalı iki sene oldu ama hala ona bile alışamadılar neredeyse.  Sedat nasıl bu arada? 

Ş.B. : Sedat iyi, iyidir yani.  Altı sene sonra ölecek ne yazık ki.  Ama üzülme, veterinerler altı ay yaşar en fazla demişlerdi ya hani, sekiz sene yaşayacak.  Mucize lakabını takacaklar ona.  Çalışmaya başladığında değişeceksin, önce acayip özgür olduğunu göreceksin, para kazanıyorsun ya hani.  Mükemmel işte.  Artık ailenden para almana gerek yok, aksine sen eve bir şeyler almaya başlıyorsun.  Çevren genişleyecek, yepyeni insanlarla tanışacaksın.

Ö.B. : Sedat öldü mü!?  Nasıl ya.  Yavrum benim.  Başka hayvan almadım dimi?  Hep derdim alamam başka diye.  Yeni iş ha.  Harika.  Yepyeni insanlar demek, yepyeni arkadaşlar demektir.  Bu da harika.  Çevrem arkadaşlarla dolacak yani. 

Ş.B. : Sedat’tan sonra bir kedi daha alacaksın.  Yine sokaktan ama.  Adını kızım koyacaksın, ama kedi erkek çıkacak.  Çok alay edeceksin bununla.  Arkadaş konusuna gelince.  Pek bi aldanacaksın işte o konuda, çoğu aslında iş hayatında çalışmak zorunda olduğun insanlar olacak.  Yeri gelecek iftiralar atılacak, yalanlar söylenecek, hakaretler işiteceksin ama her biri sayesinde güçleneceksin.  Şimdi çok samimi olduğun o arkadaşın var ya hani, ismini vermeme gerek yok anladın sen, işte onunla arkadaş değilsiniz mesela artık.  Gitgide daha az insan kalacak çevrende dost namına.  Ama bir o kadar da genişleyecek.  Nasıl diye sorma anlatamam işte.  Sen bir anlatsana, nasılım ben, nasıldım o zamanlar, televizyonda neler var mesela, nelerden hoşlanıyorum, gün içinde ne yapıyorum?

Ö.B. : Amaaan bilmiyorsun sanki.  Kızlarla iki – üç günde bir buluşup, Fiko’nun oraya kumpir yemeye gidiyoruz işte, Sedat’ı sabahları sahile indiriyoruz annemle ama her seferinde bu son diyoruz, fena tırmalıyor kerata.  Bisiklete biniyoruz çokça, camın kenarına oturup Kazım abi ve Yaşar ablayla muhabbet ediyorsunuz, ödü kopuyor annenin düşeceksin bi gün diye.  Akşamları msn’den konuşuyorsun arkadaşlarınla, msn’e geçemiyorsan aklında olduğunu belli etmek için bir kez çaldırıp kapatıyorsun.  Zaten kontörlü ya senin hattın, genelde yüklediğin gün bitiriyorsun.  Buffy’i izliyorsun ve Angel’ı tabiiki.  Angel sayesinde İngilizce öğrenmeye başladın mesela bu yaz, izleye izleye ilerleteceksin sanırım.  Yazın eve girmiyorsun neredeyse, hep bisiklete biniyorsun sokakta, ama şu karşı binadaki senden hoşlanan çocuk sürekli baktığı için sinir de oluyorsun bi taraftan.  Annen ve babanla kavga ediyorsun sık sık.  Anlayamıyorlar seni tam olarak çünkü.  Özgür bıraksalar ya biraz.  Bıraksalar arkadaşlarınla olsan hep, onlar seni anlayabiliyorlar çünkü, ailen korumacı biraz, dövme yaptırmak istediğini söyledin ona bile karıştılar.  Vücut senin halbuki, onlara ne ki?  Neyse makyaj yapmayı seviyorsun, saçını fönletmeye bayılıyorsun.  Dümdüz olmalı, siyah ve kahverengiden vazgeçemiyorsun, amcanlarla tatildeydin bu yaz, biyolojik babana sinirlendin yine, asla görmek bile istemiyorsun onun yüzünü.  Genel olarak mutlusun yani.  Sigaraya ne zaman başladın sen, yani ben?

Ş.B. : Öncelikle Fiko kapattı.  Grandhouse’da kapandı zaten.  AVM oldu sadece, ruhsuz bi yer.  Gelen giden yok.  Sedat’tan anladın ki kediler, köpekler gibi gezmeye meraklı değil.  Bahçe ortamı olmadıkça sahile indirmiyorsun artık.  Evde kondisyon bisikletin var artık ama çanta askısı olarak kullanacaksın.  Msn artık yok.  Skype var.  Kontörlü değil hattın artık, faturalıya geçtin, ama pek konuşmak isteyeceğin kimse yok.  Sadece özel insanlara ayırmak istiyorsun zamanını.  İngilizce’yi söktün iyice, bu sayede para kazandın senelerce.  O sana aşık çocuk evlendi, bebeği var şimdi.  Sende hala tık yok :) Saçlarını düz sevmiyorsun artık, renkli giyiniyorsun, sapsarı ve turuncu ayakkabıların falan var.  Ailene asla kızmıyorsun.  Senin için değerli olduklarını biliyorsun çünkü.  Şu an istediğin herşeye sahipsin Berrak tebrikler.  Özgürsün de, kendi kendine sürekli tatile falan gidiyorsun.  Ama zamanla bir şey öğreniyorsun, eski zamanlar iyi.  Mesela dövme yaptırabilirsin artık ama her şeyden hemen sıkıldığını farkettin, aynı motiften sıkılabileceğini düşünüp, iyiki zamanında izin vermemişler diyorsun.  Kimbilir ne yaptıracaktın?  Facebook var şimdi mesela, topluca ordan mesajlaşıyorsun arkadaşlarınla, doğum gününde duvarına 300 kişi falan yazıyor ama sen evinde, onlar evlerinde oluyorlar.  Skype’dan görüntülü görüşmekten kimseyle yüz yüze bile gelmiyorsun.  Haberler yok artık Twitter var.  Zaten haberlerde de cinnetten başka bir şey yok.  Televizyon izlemeyi sevmiyorsun artık, dizilerin falan konusu belli, yurt dışında eğitim almış modern köy ağalarına aşık yakın arkadaşlar yada kız kardeşler var sadece.  Sigaraya baban öldüğünde başladın.  Öldü babaların, ikisi de.  Annene daha bi bağlandın o yüzden.  Kardeşin göz bebeğin oldu.  Özgürlüğünle beraber sorumluluklarında arttı.  Biraz hırslısın.  İş hayatı yaptı bunu.  Bazen projeni tamamlamak için 3 gün ofiste kaldığın oldu.  Başardın ama, yaptın istediklerini.  Hayalini kurduğun her şeye sahip oldukça, yalnızlaştığını farkedeceksin, hazır ol.  Ama şunu bil ki, şimdi her ne için şikayet ediyorsan, 10 sene sonra keşke olsa diyeceksin.  Kızma kimseye, ne zaman öleceklerini bilemiyorsun çünkü.  Yaşadığın an’ın değerini bil.  Ve umudunu kaybetme.  Hayat seninden bazı şeyleri alırken, öyle mükemmel insanlar çıkaracak ki karşına, inanamayacaksın.  Sadece bekle.  Beklerken mutlu ol.  Çünkü şu an konuştuğun Berrak, 10 sene sonrasına böyle bakıyor artık.  Git babana, annene, kardeşine sarıl.  Kedini sev, beraber uyu bu gece.  Sevdiğin insanlara onları sevdiğini söyle.  Yanlarında ol.  İhmal etme.  Umudunu kaybetme, değişmekten korkma, besmelen selamın olsun, kalbini hep 20 yaşındaki gibi temiz tut.  İlerde anlayacaksın sana nasıl iyilik yaptığımı.

Sevgiyle kal Berrak,


27 Nisan 2015 Pazartesi

Mizahı olmayan Ülke

Geç yazdım bugün.  Erkenden bitirdim aslında yazımı, Pazartesi Günü’nde güneş, kuş cıvıltıları falan filan diye güzel bir yazı hazırlamıştım.  Espri ile süslenmiş güzelce bir yazıydı.  Ama iptal ettim.  Mizahı kaldıracak halim yoktu.  Yazıyı yayınlamıyorum.  Alıştım iptallere zaten.  Bugün öğrendim Üniversite Şenlikleri de iptal edilmiş mesela.  Şaşırdım mı, hayır!.  Twitter’dayım neredeyse tüm gün.  Zaten bir kaç gün önce "aydın" bir grubun, şenlikleri iptal mi edersiniz, yoksa zorla basalım mı? şeklinde "medeni" çıkışlarından haberdar olmuştum.  Hazırlıklıydım böyle bir olaya.  Haber izlemiyorum, izleyemiyorum daha doğru olur aslında.  Sıkılıyorum, yüreğim kaldırmıyor.  Yasak kelimesine tahammülüm kalmadı.  "Ben yapamıyorsam, o olay yanlıştır" düşüncesine tahammülüm kalmadı.  Yozlaşmaya tahammülüm kalmadı.  Muhteşem bir hayat sürenlerin, sürekli mağdur olmalarını söylemelerine ve dahası esas mağdurların buna hala inanabiliyor olmalarına tahammülüm kalmadı.  Tünelin ucundaki o ışığa bir türlü erişememeye tahammülüm kalmadı. Böylesi şaka gibi olaylar her gün yaşanırken tepkisiz kalamıyorum. 

Sıkıldım, bunaldım, daraldım ve tahammülsüzüm.  Belirli düşünce kalıbına sahip olmayanlardanım ve farkındayım.  Ülkece deliriyoruz ve bunun farkında bile değiliz.  Aslında fark etmek o kadar da zor değil.  Ayırabiliyorsan tek bir gün, bir saatini ayır ve haber bülteni izle.  O zaman durumun ne hale geldiğini anlayacaksın.

Hazırdım, yazmıştım, şimdi değilim, yazamıyorum.  Gördüklerimi bir kenara bırakıp, içimde oluşan panik içindeki o sese kulaklarımı kapatıp, görmezden, duymazdan gelemiyorum.
Deliriyoruz ve bunu biliyoruz.  İyilikler yanımızda olsun. 

Sevgiyle, sevgiye…

26 Nisan 2015 Pazar

Dipnot - 2

  • Eğer yaz, gelmek için Serdar Ortaç albümü bekliyorsa, tamam, razıyım.
  • Paradise şarkısını, The Piano Guys’tan da dinleyin.  Bana dua edin.  Şimdiden rica ederim.
  • Senden hoşlanan birinin, sen bir başkasıyla yakınlaştığında sana ilgisini belli etmesi, türbülansa giren giren uçaktaki atesitin dua etmesi gibi geliyor bana.  Şansın varken değerlendirmeliydin dostum.
  • Sevgili bulup, yine arkadaş grubundan uzaklaşan bayanları “Milletçe Alkışlıyoruz!”
  • Hergün camın önüne ekmek vs. koyup beslediğim kargalar bildiğin arsızlığı ele aldı.  Her sabah cama vurduktan sonra tepkisiz kalıyorsam, gak gak serenata başlıyorlar.  Koluma falan da konmaya başladılar artık.  Durum git gide tuhaflaşıyor.  Not: göz falan oymayacaklar, sizden önce ben söyleyeyim dedim.
  • Pazar günü yapılacaklar listesinde, sucuklu yumurta, birinciliği yine kimseye kaptırmadı.
  • Canan Karatay’dan çekinen tek kişi ben olamam değil mi?
  • Sigarayı bıraktıran, 3 günde 5 kilo verdiren dua var mı?  Sanırım işim onlara kalmak üzere.
  • Söyledikleri yalanlara rağmen, kalplerinin temiz olduğunu savunanları da “Milletçe Alkışlıyoruz!”
  • Evde zaman geçirdikten sonra edindiğim en harika özellik, 7 – 85 yaş arası ile harika zaman geçirebilmek.
  • Barınaklarda sahiplenmeyi bekleyen binlerce güzel hayvan varken, hala gidip binlerce lira verip, pet shoptan canlı almak, ne bileyim, para karşılığı ilişkiye girmek gibi geliyor bana. 
  • Başladığım Detox bitti.  Bu süreçte yanımda olan dostlarıma teşekkür ederken, sürekli yediği yemekler ile bana nispet yapan sevimsizleri de esefle kınıyorum.  Gün gelir devran döner…
  • Havaların bu gel gitleri bende olsa, kesin bipolar ilan edilirdim.
  • Twitter’da ikidir evlenme teklifi alıyorum.  Henüz küfür eden olmadı.  Türkiye’de yaşıyorum.  Sanırım bişeyleri yanlış yapıyorum.
  • Annemin en temel özelliğidir, temizliğe yardımcı olacak arkadaş gelmeden önce, “ayıp olmasın” diye,  temizlik yapmak.  Birazdan onu dışarıya yemeğe çıkaracağım ve “ayıp olmasın” diye evde öncesinde yemek yemeğe teşebbüs etmesinden çekiniyorum.
İyi Pazarlar.

Sevgiyle,



25 Nisan 2015 Cumartesi

Daha Fazlasına Tahammülüm Yok!

Biz güzel yetiştik.  Güzel yetiştirildik.  Hayatta başarılı olmak için gerekenleri küçükken öğrettiler bize.  O yetti.  Hala devam eder o etki üzerimizde.  Tabiiki anlaşmazlıklarımız oldu.  Aynı çatı altında farklı bireylerdik, farklı düşüncelere sahiptik.  Ama aştık.  Mesela;

Biri, diğerinin fikrine saygı duymadıysa, şiddete başvurulmazdı.  Görüşlerini benimsemedik diye canımızı yakmadılar.  Biber ağzımızla bile temas etmedi, değil gözümüzle.

Rahmetli babam alkol alırdı.  Saat 22:00’den sonra aldığı alkolün bize bir zararı olmazdı.  Öncesinde aldığının da olmazdı zaten.  Kendine olur zararı.  Biz de “aman babam içiyor, büyüdüğümde muhakkak içmem lazım” demedik hiç.

Benim babaannem Rus, anneannem Arnavut.  Farklılıkları tanıyarak büyüdük, farklı din, mezhep ve ülkeden çok arkadaşım oldu, hala da en sevdiklerimin başında gelir bir kaçı.  Ailem bana hiçbir zaman onlar “farklı” demedi.  Onların insan olduğunu bildik biz.  Buydu önemli olan.

Fazlasını istememeyi öğrendik.  Mesela bir gün annemin aldığı dondurma bana az geldi.  Mızmızlanmaya başladım yerken.  Bir kez uyardı, iki kez uyardı, üçüncüde elimdeki dondurmayı alıp çöpe attı.  Ne kadar ağladıysam da almadı yenisini.  Elimdekiyle yetinmemiştim çünkü, haklıydı.  Hala biliriz bunu biz.  Bişeylere sahip olurken, bir başka şeye sahip olmak adına, dürüst olduğumuzu bağırırken, hak yemeyiz.  Bizimkiler, haksız sahip olduklarımızı korumadılar hiç.  Haksız olduğumuzda arkamızda durmadılar.  Haksızdık ve bunun bilincinde olduk.

Birinin odasına girerken, önce kapıyı çalar ve odadakinin “gel” demesini bekleriz.  Özelidir onun odası.  Odasına bile müdahale etmeyiz, kaldı ki kaç çocuk yapılacağını ve bunun nasıl doğacağına karar verelim.  Bize ne!

Okuldayken kızlı erkekli buluştuk.  Hepsi kardeşimizdi bizim.  Öyle büyüdük.  Telefonda, kim annesiyle, babasıyla konuşsa, diğerleri selam söylerdi.  Amcaları, teyzeleriydi çünkü telefonun ucundakiler.
Biz gerekli eğitimi küçükken aldık.  Saygıyı, sevmenin değerini, korkmamayı, kaçmamayı ve özelin değerini bilerek yetiştik.  Fazlasına tahammülümüz yok.  Birinin bizi uzaktan kumanda ile yönetmesine, bizim adımıza karar vermesine de ihtiyacımız yok.

Hele şu saatten sonra hiç yok.  Zaten gerekte yok.  Hepimiz aile isek, saygı ile beraber olabiliriz.  Sevgi ile sorunların üstesinden geliriz.  Özel hayatın, farklı düşüncelerin kabullendiği, hoşgörünün dümenimiz olduğu güzel günlere.

Sevgiyle.


24 Nisan 2015 Cuma

Cahil olsak güzel ülke aslında


Kafa yormazsan, cidden mutlu olabilirsin ;

Mesela, kadınlar mini giymese, kahkaha atmasa, evinden çıkmasa, katiyen tehlike altında olmayacağını düşünürsün,

Namusun, sadece belirli şeyler “yapıldığında” ya da “yapılmadığında” geçerli olduğunu, kişiliğin ve davranışlarınla kesinlikle ilgisi olmadığını düşünürsün,

En az üç çocuk yapmanın geleceğinin garantisi olacağını düşünürsün ama onlara mükemmel bir gelecek bırakamayacak olmanın endişesini düşünmezsin,

Farklı din, mezhep ve cinsel tercihe sahip insanların, senden “farklı” olduğunu düşünürsün,

Nükleer enerjinin müthiş faydalı bir şey olduğunu düşünür ve bunun risklerini düşünmezsin, korkmana gerek yoktur, en kötü durumda çay içersin, ispat edersin,

Düşünmenin ne derece gerekli olduğunu düşünmezsin,

İnsanları giyim, kuşam, yaşam tarzına göre hemen yargılayabilirsin, onlara şans vermene, tanımana, fikirlerini duymaya ihtiyacın olmaz, seni ilgilendirmez ki,

Hayat siyah ya da beyazdır.  Gri’nin olma ihtimalini düşünmezsin bile,

Yetkili olan herkesin senden üstün ve bilgili olduğunu düşünürsün, onları senin seçebildiğinin farkında olmazsın,

Herşeyi hemen unutma özelliğin olur, iyi ve kötü herşeyi.  Hiçbir kötü olayın sana ders olmasına izin vermezsin,

Bakarsın ama göremezsin, duyarsın ama dinlemezsin, yaşarsın ama anlamazsın.  Mutlu olursun.  Çünkü o “farklıların” başına gelen hiçbir şey, senin başına gelmeyecektir. 

Farkında olmasak güzel ülke aslında…

Sevgiyle,


23 Nisan 2015 Perşembe

Türkiye'de Çocuk Olmak!

Bazen yazman gerekmez, anlatmaya gerek olmaz, bilinir zaten.  Zaman ileriye giderken, bazı şeyler gerileyebilir, ne acı!






Çok daha güzellerini yaşayabileceğiniz, nice bayramlara çocuklar.  Özgür olabildiğiniz, gülebildiğiniz, düşünebildiğiniz, konuşabildiğiniz, ifade edebildiğiniz,oynadığınız misketin, masumiyetinizin simgesi olarak görülebildiği nice bayramlara...

Sevgiyle,

22 Nisan 2015 Çarşamba

Bugün düşünmek istemiyorum.

Dün akşam harika bir deneyim yaşadım.  Kadıköy Old City Comedy Club’ta Komikrofon etkinliğine katıldım.  Tanımadığım onlarca insan beşer dakikalık performans sergilediler.  Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim.  Ve maalesef yine hatırladım, milletçe gülmeye o kadar ihtiyacımız var ki.  Mesela bugün için yazacak konu bile bulamadım.  Beynime reset atılmış gibiyim.  Mutluyum, rahatlamış ve huzurlu hissediyorum.  Bunları hissediyorum çünkü hala aynı frekansta olabildiğim onlarca insan olduğunu fark ettim bir kez daha.  Onları tanımıyorum, onlar da beni.  Ama anlaştık işte bir şekilde, sevgili Yunus Günçe’nin de söylediği gibi dans ettik adeta.  Normalde yazı yazmadan önce beynimde binlerce düşünce belirir, onları toparlar ve yazarım.  Bugün yazamadım.  Dün akşam aldığım pozitif enerji ve rahatlamanın ardından düşünmek istemiyorum belki, kafa yormak anlamsız bugün. 

Gülmek iyidir, mutluluk candır.  Ve bizim buna ihtiyacımız ne yazık ki had safhada.  O nedenle düşünmeyin bir günlüğüne, mutlu olun, gülün, sevinin ve tanımadığınız birini sevindirin mesela.  Kötü insanlardan arının sadece bir gün bile olsa.  Çünkü çok ihtiyacımız var.

Bu arada, fırsatınız olursa bu etkinliğe katılın.  İnanılmaz keyif alacaksınız.  Ne yazık ki değeri bilinememiş ve muhtemelen bilinemeyecek o güzel insanları keşfedin.

Gülebildiğimiz nice güzel günlere,

Sevgiyle.

21 Nisan 2015 Salı

Bahar ile gelen tehlike… Eski sevgiliyi aramak !!!

Bahar geldi, kuşlar cıvıldıyor, bahar dalları, doğa ananın bize mucizevi armağanları gibi rengarenk görünüme bürünmüş, hava sıcaklaşıyor, için kıpır kıpır.  İnsanlar evlerinden çıkmış, heryerde el ele kol kola dolaşan çiftler.  Eğer yeni aşka yelken açamamışsan rota tekrar eski sevgiliye çevrilebilir.  Aman diyeyim!  Gelir bahar ayları, gevşer gönül yayları, mantığıyla sakın “o mesajı” atma.  Sonrasında muhtemel iki senaryo olacak.  Birincisi : Yanlışlıkla! atılmış süsü verilmeye çalışılan, ilk sms ile başlayacak olan olumsuz senaryo;

“Caddeye gidelim işte hep birlikte.  Kahve içeriz.” (Cevap yok)
 “Pardon ya, arkadaşa attığım mesajı  yanlışlıkla sana göndermişim.  Bu arada naber?” (Cevap yok)
“Dün gece rüyamda seni gördüm.  Sıkıntılı bir rüyaydı, merak ettim.  İyimisin?” (Cevap yok)
“Yoğunsun galiba ama senin telefon kılıfı da bende kalmış, onu da vereyim sana bir ara, kahve içeriz, konuşmuş oluruz.” (Cevap yok)
“Hala cevap yok.  O eski sevgilin olacak sarı cadı yüzünden böyle davranıyorsun değil mi?” (Cevap yok)
“Aman tamam!  Ne halin varsa gör!  Zaten yanlışlıkla attım o mesajı ben.  Bende seninle konuşmaya meraklı değilim.  Havalanma hemen yani.  Hayatta başarılar!!!.” (Cevap yok)
“Sakın bu saatten sonra beni arama!” (Hala cevap yok)

Tebrikler, ilk senaryoda zaten sevgili bulamamış olmanın üzerinde yarattığı stres ve üzüntüyü, az önce dörde katladın.  Şimdi hazırsan diğer senaryoya göz atalım;

Olumlu senaryo ;

Yanlışlıkla! attığın mesaja cevap geldi.  Belli ki o da henüz birini bulamamış (Kaldı ki bu bile görüşmemen için muazzam bir neden ya, neyse).  Bu adamı senden başka kimse istememiş işte.  Best Seller rafının altındaki İtalyan mutfağı yemek kitapları gibi alıcısı çıkmamış.  Buluştunuz.  Herşey harika, bakışı aynı, duruşu aynı, parfümü aynı, gülüşü aynı…  Dur bi saniye.  E bu adam aynı!  Hatırladın mı ayrılmıştınız siz hani.  Ayrılacak kadar bitmiştiniz.  Şarjı bitmek üzere olan telefonunun pilini çıkarıp sallarsan ancak birkaç dakika daha kazanırsın sonunda o şarj bitecek ve o telefon kapanacaktır bilirsin.  Yaptığın stres ve uğraş yanına kalır sadece. 

Giyim ile örnek verirsek, duştan sonra aynı iç çamaşırını giymek = eski sevgiliye dönmek.  Yada evde giydiğin eşofman altıyla markete gitmek gibi.  Giyilebilir, çıkılabilir, tanıdık ve alışılmıştır ama rahat edemezsin huzursuz eder. 

Diyeceğim o ki aynı filmi tekrar tekrar izlemeye gerek yok.  Titanic’te gemi batacak ve o güzelim Leonardo sulara gömülecek.  Son aynı olacak.  Kanma bahara, kuşlara, çiçeklere, böceklere, el ele tutuşan o çiftlere.  Baharın tadını çıkar, yeni limalara yelken aç.  Suçlular gibi olay mahaline geri dönme. 

Ve son olarak atalarımızın da söylediği gibi; eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı…


Sevgiyle (mümkünse yepyeni ),

20 Nisan 2015 Pazartesi


“Sergilenmedikçe aşkın bir değeri yoktur.”

Dün bir filmde duydum bu cümleyi.  Ne yazık ki doğru olduğunu bilmek üzdü beni.  Düşünsenize, sevgililer gününde ofise kocaman bir buket çiçek geliyor.  Hatta kurabiyeli çiçek.  Bu jestin yarattığı memnuniyetin esas kaynağı, çoğunlukla, ortamdaki diğer kişilerin de görecek olması.  Genelde rutin şu şekilde ilerliyor;  Çiçek gelir, görevli önce sizi arar, sonra çiçekçiyi odaya yollar, çiçek alınırken kimden geldiği bal gibi biliniyordur aslında ama yine de yüzde olabildiğine şaşkın ifade oluşturulmaya çalışılır, çiçek alınır ve masanın en görünür köşesine yerleştirilir.  Yanına en samimi olduğundan, en az konuştuğun bayana doğru,, tüm bayanlar sırayla gelir ve “ay ne kadar güzeller, kimdenmiş?” diye sorarlar ve işte mutluluk.  Çiçeği aldın ve hatta kurabiyeyi, sırasıyla tüm bayanlara  gösterdin, yetmedi instagrama, facebooka resmini yükledin.  Tamamdır.  Artık sevildiğinden eminsin.  Çünkü çevren gördü, onlar da sana değer verildiğini onayladılar.  Gereken like’ları da temin ettin.  Görev tamamlandı.

Sevgilinin ofise çiçek göndermesi samimi gelmiyor bana.  Ha kavga etmişsindir, ulaşamıyorsundur, ailesi vs. olduğundan evine göndermek istememişsindir, o zaman ofis tamamdır, anlarım.  Ama sevgililer gününde sürekli ofisin önünde beliren o çiçekçi arabaları her daim itici olmuştur benim gözümde.     
       
En güzel an, birbirini seven insanların başbaşa geçirdiği andır.  Bırak kimse bilmesin, görmesin, sen mutlu ol sadece.  En değerli anlarını dijital ortamda değil, hafızanda sakla.  Aklında geldikçe tebessüm oluşsun yüzünde, en büyük mutluluk budur.  Söylenen tek bir söz ayaklarını yerden kessin ve sen yere basma bir süre.  Yaşa, eğlen, sev, sevil.  İspat etme kimselere.  Özünde yaşa tüm duygularını.  Kalbinin ve hafızan senin en büyük sosyal mecrandır unutma.

Sevgiyle,

18 Nisan 2015 Cumartesi

Dipnot

  • Buradan Patos reklamlarında oynayan kıza seslenmek istiyorum. Biri sana "sinemaya gidelim mi?" diye sorarsa, "hangi seans?" demeden önce "hangi film?" diye sormalısın bence.
  • Hülya Avşar ve kızının oynadığı reklam filmindeki iki büyük tespit ;
  1.   Ankara’da harika üniversiteler var
  2.  Ankara’da deniz yok!  (Milletçe Alkışlıyoruz!)
  • Yiyorum ama kilo almıyorum diyenleri de, “Milletçe Alkışlıyoruz!”
  • Köpeğe işkence yapan o askerlerin ceza almış olmasının verdiği haz, paha biçilemez.
  • “Her şey bitti!” mesajına istinaden, “Tamam, alışveriş yapayım gelirken.” diye mesaj atan insanın saflığı ve iyi niyetini istiyorum.
  • Twitter’da aniden takip eden ve sonra geri çekilenler size sesleniyorum;  Amacınız nedir?
  • Biscolata reklamını hazırlayan reklam firmasını, her izleyişte bir kez daha gönülden tebrik ediyorum.  İyi ki varsınız, hep olun güzel insanlar.  Sizi de “Milletçe Alkışlıyoruz”.  Yani en azından bayanlar olarak cidden alkışlıyoruz.
  • Blog işinde ilerleme kaydetmek için, bir ay boyunca her gün aralıksız paylaşım yapmak gerekiyormuş.  Her gün önce brokoli çorbası tarifi yazıp, son dakika aklıma geleni yazıyorum.  En büyük korkum bir gün çaresiz kalıp o tarifi yazacak olmak.
  • Evde zaman geçirmekten öğrendiğim; tek seferde şekersiz, şekerli ve orta kahve yapmak. 
  • Facebook timeline’da sakın üç sene öncesine gitme gafletinde bulunmayın.  Cidden kendinizden nefret edebilirsiniz.  Tecrübe ile sabit.  (O yazdığım yorumlar.  Ah o paylaşımların altına yaptığım yorumlar…)
  • Mart sonrası sahildeki yavru kedileri izlemeye bayılıyorum.  Denizi izlemeye de bayılıyorum.  Martıları da.  Kayalıklarda, adalara karşı oturmak beni mutlu ediyor.  Tamam tamam kısaca, sahile inince bildiğin sevgi kelebeğine dönüyorum.
  • Eski eşyalarımı karıştırırken, rahmetli eski patronumun resmini buldum.  Duygusala bağladım.  Nurlar içinde yat baba adam.  Anmak istedim.
  • Havalar hafif ısınmaya başladığından beri tatil hayalleri kurmaya başladım.  Şimdiden zihnimde 17 farklı şehre gittim bile.  Benim zamanım geliyor, hissediyorum.
  • İki gündür devam eden baş ağrımın semptomlarını Google’a yazdım.  Sonuç : 3 aylık ömrüm kalmış.  O kadar bile olmayabilir henüz emin değiliz, Yandex’ten tahlil sonuçlarını alacağız.
  • Taraf tutmayan insan bana samimi gelmiyor.  Öyle şey mi olur?  Dizi izlerken bile bir karaktere sempati duyarken, diğerine diş biliyorum ben.
  • Bazı insanlara vermek istediğim yegane ders; Beyin nedir, nasıl kullanılır?
  • Ve son olarak.  Detoksa başladım, 7 gün boyunca neredeyse katı yiyeceklere veda ediyorum, o nedenle mümkünse yanımda yemek yenmesin ve kahve içmeye teşebbüs bile edilmesin.  Teşekkürler.
Sevgiyle,


17 Nisan 2015 Cuma

Koca olsun da çamurdan olsun. Eyvah sende aynısın!!!


“Ben de artık tek taşımı başkasına aldırmak istiyorum”, “Eros kesin bana aşık, yoksa hala yalnız olmamın başka açıklaması olamaz!”, “Nerdesin aşkım dediğimde neden kimse burdayım aşkım demiyor?”, “Artık çocuk yapmam şart oldu ama ben neden hala birini bulamıyorum”.  Bu tip tweetler hiç yabancı değil değil mi?  Hemen hemen tüm twitter fenomeni bayanların yazdıkları tweetler hep bu yönde.  Verilen mesaj hep aynı; acayip güzelim ama bir o kadar da yalnızım.  Hadi ama.  Güzelsin, güzel kazanıyorsun,  internette 140 karakterle Türkiye’nin ve hatta dünyanın pek çok yerinde tanımadığın kişilerin hayatına yön veriyorsun ama kendi hayatından sürekli şikayet mi ediyorsun yani?  Evlenemiyorsun mesela, aşkta hep en berbat adamlar çıkıyor karşına, hayat sevgi konusunda senden alıp hep karşı komşun Pakize’ye veriyor ve bizde buna kanıp, empati yapıp evet evet aynısı bende de var diyoruz?  Az önce hakkında söylediklerimi tekrarlamak isterim ; güzelsin, iyi para kazanıyorsun, fenomensin ve Türkiye’de yaşıyorsun.  Yalnız olmanın, tamamen senin tercihin olma ihtimalini hiç düşündün mü peki?  Çünkü bu özelliklere sahip olan herkes saniyenin onda biri hızda sevgili bulabilir.  Hatta sana bir sır vereyim mi, eğer yalnızlıktan bu kadar şikayet ediyorsan , bu özelliklere sahip olmasan da, ne yapar eder sonunda  birini bulursun.  Sen kimseyle karşılıklı gelmeden gönüllerde taht kurmayı başarmışsın, şimdi kalkıp bana imkansızdan bahsetme lütfen.  Neden hep yalnız, hep arayıştasınız ki?.  Yahu sizin yalnızlığınız süresince ben fenomen olmamış halimle kaç sevgili değiştirdim.

Ha bana dersin ki, ben böyle iyiyim, kariyerimin zirvesindeyim, ne yapıcam en verimli zamanımda sevgili bulup, evlenip? İşte o zaman sana hak veririm.  Sonuna kadar da arkanda olurum.  Ama sen çitayı Everest zirvesinden bile yukarda tutup ta, kocam olsun çamurdan olsun ama bulamıyorum sinyali veriyorsan, benden sana kocaman bir “ollldu canım”.

Kısaca hep aynı olmak zorunda değil.  Benim gibi evlenmek istemeyenler de vardır mutlaka bir yerlerde.  Hadi canlarım, nereye saklandıysanız çıkın artık, sanırım insanların bize ve biraz değişikliğe ihtiyacı var.

Sevgiyle,

İtiraf Ediyorum - 2

  • Sinemaya tek gittiğimde etrafımdaki birbirlerinin gözünün içine içine bakan sevgililere (ayıptır arkadaş, olan var olmayan var),
  • Yakışıklı erkeklerin yanındaki o çirkin kızlara (cidden normalde inanmıyorum ama, büyü gerçekten  işe yarıyor olabilir mi?)
  • Whatsapp’ta yazdığım kişinin ben yazdıktan sonra online olup, yine de o lanet çizgilerin hala maviye dönmemiş olmasına (ne demek okumadım!),
  • Yazın, sivrisineklere,
  • Kışın, yatağa ilk girdiğim an’daki o soğuğa,
  • Ertesi gün erken kalkacaksam, ancak sabaha karşı uyuyabilme huyuma,
  • Fazla çekirdek yediğimde dudaklarımda oluşan yanma hissine,
  • Ajdar’ın sahip olduğu özgüvenin %1’ine sahip olamamaya,
  • Daha yeni rimel sürdükten sonra hapşırmaya (sadece bayanlar anlayabilir.)
  • Kadınları tanıtmak içi kullanılan "Kezban" terimine, ve daha da beteri bunu kullanan kadınlara,
  • Filmin en heyecanlı  yerinde araya giren reklama,
  • ATM kuyruğunda yan taraftaki sıranın daha hızlı ilerlemesine,
  • Sevmediğim insanların, inatla benimle samimi olmaya çalışmalarına,
  • Antibiyotik içtiğim zaman, bağımlıymışcasına canımın alkol istemesine,
  • Çikolatanın kilo aldırmasına,
  • Kıvanç Tatlıtuğ’un Başak Dizer’den hala ayrılmamış olmasına (“bıkmadın mı hep aynı tip kadınlardan!” diye bağırasım var),
  • Gece en çok istediğimde sigaramın bitmesine ve açık tekel olmamasına (saat 10’dan sonra sigara satış yasağı çıkarsa yakarım ortalığı, net!),
  • Kilo vermeden önceki halime(o kadar aç kalıyorsam, bunu her mecrada belirtirim canım, hakkımdır.),
  • Instagram’da benden çirkin kızların daha çok like almasına,
  • Tırnaklarımın uzatamadan kırılmasına (sanırım asla adam gibi bir french yaptıramayacağım.),
  • Hoşlandığım kişiden mesaj beklerken, gsm operatörünün gönderdiği mesaja,
  • Facebook ve instagram’da diğer insanların paylaştığı fotoğraflarda maymun gibi çıkmış olmama ve arkadaşlarımın bu fotoğrafları yayınlarken sadece kendilerini düşünmelerine, dahası,  yetmezmiş gibi bunlarda beni etiketlemelerine,

Sinir oluyorum!!!


Sevgiyle,

15 Nisan 2015 Çarşamba

O şansı ve diğerlerini istiyorum.!

Selam okuyucu,

Sende harika bir film izlediğinde kendini başrol yerine koyarsın değil mi?  Onun sahip olduğu aşka sahip olmak en güzeli olurdu.  Tekrar düşün derim.  Çünkü  asıl onun sahip olduğu o rahatlığa, küçük detaylara ve şansın yarısına sahip olsan, ohoooo. Mesela ;

Filmlerde : Taksiden inme vakti geldiğinde, cüzdan açılır ve her daim içinden tam para çıkar.  Para eksik değildir veya asla üstü alınmaz.  Taksicinin parayı kontrol etmesine bile fırsat verilmeden inilir.
Gerçekte : Taksiye binildiği dakika itibariyle (ve belki öncesinde) kafada bütçe oluşturulmuştur zaten.  Trafiğe takılmamak adına sahilden gidilecekse eğer, on lira ilave edilir hemen zihinde.  Varılacak yere gelmek üzere olduğumuz, kıpırdanmalardan bellidir.  Çaktırmadan taksimetreye bakılır.  İnmeye yakın hemen hemen hepimiz, sola doğru geriniriz, itiraf edelim.  Cüzdandan para çıkarılır, taksimetrede yazan rakama en yakın banknot varsa senden huzurlusu yok, lakin, 20 Tl. yazan ücret için 200 Tl. verdiysen ve sabah saatleri ise, hazır ol, taksicinin söylenmesini dinleyeceksin.  Elindeki parayı büfede bozduramazsan son çare olarak en yakın bakkaldan yedek paket sigara sahibi olacaksın demektir.

Filmlerde : Arabadan in, kapıyı kapat ve evin kapısına doğru devam et.
Gerçekte : Arabadan in, kapıyı kapat, kilitle, ellerinle kapıyı yokla, yola devam ederken içine bir huzursuzluk gelsin, geri dön, arabanın kilidini tekrar kontrol et, kapıları tekrar yokla, en son bagaja da bak ve evin kapısına devam et.

Filmlerde : Dişlerini fırçala ve sadece tükür. 
Gerçekte : Dişini fırçala, ön kısımlara geldiğinde burada “yukarı-aşağı” mı yoksa “sağa-sola” mı yapıyorduk?  diye saniyelik te olsa içinden geçir, ağzına suyu al, iyice çalkala ve tükür.  Bunu birkaç kez tekrarla.  Sonra lavabodaki diş macunu kalıntılarını temizle, en son diş fırçanı iyice yıka ve mutlu son.

Filmlerde : Kalabalık bir organizasyona girmek istediğinde, kapıdaki görevliyi, hizmetçiyi, aşçıyı vs. bayılt ve üzerindeki kıyafeti giy.  Tebrikler, kıyafet tam da sana göre.  Diğer çalışanlardan hiçbiri sana sen burada ne zaman çalışmaya başladın demeyecek bile.  Ve hooop içerdesin.
Gerçek hayatta : Mangoda gördüğün o kazağı gözüne kestir, giy ama belirli yerleri dar gelsin, yediğin hamburgerlere saydır ve sonraki mağazayı hedefle.  Üç-dört mağazayı dolaş, beğendiğin giysiler sende hoş durmasın, tam oturan giysiler senin hoşuna gitmesin.  Sonuç;  tebrikler yepyeni bir çift ayakkabın oldu.  Ayrıca öncesinde rezervasyon yaptığın, kalabalık bir gece kulübüne gittiğinde geçen diyalog muhtemelen şöyle olacak.
Görevli; -“isim nedir?” (Bağırarak).  Sen ; “Berrak”.  Görevli : “Berna? Yok rezervasyon göremiyorum”.  Sen “Hayır Berrak adına zaten.”  Görevli; “Bayrak adına da rezervasyon yok ama.” Sen; “Acaba bunu bayıltabilir miyim ki?”

Filmlerde : Kahramanımızın silahlı çatışma esnasında önüne saklandığı sehpanın etrafı kurşun delikleri içindedir fakat bir tanesi bile ona isabet etmez.  Vurulmaz.  Şanslıdır işte.
Gerçekte : Kurşundan kaçmak bir yana, o ayak serçe parmağı, 45m²lik odada muhakkak sehpanın veya koltuğun kenarına vurulacak.  Kaçamazsın. 

Filmlerde : Ana karakter bara girer, viski söyler, sek ister ve tek bir dikişte içer, bardağı barın kenarına koyup, “bir tane daha” der. Para verme stili taksiciye para vermesi ile aynıdır.  Değişmez.
Gerçekte : Viski sipariş edilir, fiyat görülür, viskiye buz ilave edilmesi istenir ki, bitmesi zor olsun.  Yanındaki gelen çikolata-çerez vs.den iyice faydalanılır ve üçüncü duble itibariyle, tekrar taksiye kaç para kalması gerektiği hesaplanmaya başlar.

Filmlerde : Kapıdan çıkanın duyduğu son cümle “ Be Careful (dikkatli ol)”
Gerçekte : Kapıdan çıkanın duyduğu son cümle; “Yoğurtla ekmek al gelirken.  Birde kapıya çöp bıraktım, onu da atıver.”

Şimdi tekrar düşün, karakterin sahip olduğu aşkı mı, yoksa bu şansı ve detayları mı tercih ediyorsun?

Benim cevap vermeme gerek yok sanırım.


Sevgiyle,

Karşı Cinsi Etkileme Sanatı

Selam Okuyucu,

Gördün, tanıdın, hoşladın ve aşık oldun.  Eyvah!  Konuşması, mimikleri, imajı, karizması, ses tonu, bakışı vs. aklından çıkmaz oldu değil mi?  Hemen karşı atağa geçmelisin o halde.  Gün etkileme günüdür!  Haydi bakalım.  Ben yemedim, içmedim senin için gereken araştırmayı yaptım.  Rica ederim!  Ama şimdiden söylüyorum bak, maddeler çok aşık olan ve aşık olduğu kişiye fena kafayı takmışlar tarafından biraz fazla uygulandığında, durum bildiğin korku filmine dönüşebilir.  Mesela maddeler ile söylenenler ve yapılmaması gerekenler olarak, şöyle anlatayım durumu ;

* “Doğal ol.” Havalanma, abartma, neysen o ol. 
Uyarı : Aman dikkat doğal olayım derken, masada burun hınkırma, epilasyon randevularını aksatma, kendine ait tüm defoları karşı tarafa anlatma.  Olabilecek şansını sabote etme.  İnsan tüm o detayları yeri geliyor kendi bile bilmek istemiyor yani, karşındaki çekmek zorunda değil.

* “İlgili ol.” Ara, sor, çevresinde ol. 
Uyarı : Facebooktan arkadaş ol, twitterda takip et, ama instagramda sürekli napıyomuş bakarsan, snapchatten, google +’dan bile ekleyip sürekli takip edersen, whatsapp kullanma sebebin, onun son görülmesini kontrol etmek olursa, sürekli arar, sürekli yazar, mail gönderir, ofisine gider, bulunduğu ortamı çiçek bahçesine çevirirsen, onun gözünde takıntılı bir sapık görünümünde olursun.  Tamam ilgili ol elbette ama, gerilim filmi karakteri gibi sürekli etrafında olmanın da lüzumu yok hani.

* “Kararlı ol.” Onunla beraberken aşayamacağın herhangi bir güçlük olmadığını göster.
Uyarı : Kararlı olmak, karşı tarafı korkutmamalı.  Ona “Seni seviyorsam sende beni seveceksin.” Yada “Evleneceğiz diyorsam, o kır düğünü yapılacak.” Şeklinde imalarda bulunma.  Gerek yok yani.

* “Hayalci ol.” Onunla birlikte hayaller kur.  Yarın yada gelecek haftasonu ile ilgili planlar yapın mesela.
Uyarı : Gelinliğinin modeli, gelecekteki çocuklarınızın ismi, düğün mekanı, düğününüzde kiminle kimi aynı masaya oturtmayı hayel ettiğini şimdilik karşı taraf bilmesin.  O kadar emek verdin sen bu işe, sabret, karşı taraf herşeyin o an aklına geldiğini düşünsün ;)

*  “Bakımlı ol.”  Saçına, makyajına, giyimine kuşamına önem ver.  Karşı taraf onun için hazırlandığını hissetsin.
Uyarı : İlk maddede söylediğim doğal ol maddesini yanlış anlayanlar, bu maddede coşabilir.   "Makyaj mı yaptın sen?" sorusuna "evet" diye cevap ver mesela.  Kimse yeşil yada mavi göz kapağı ve lacivert kirpiklerle doğmadı, doğamaz.

* “Dürüst ol.”  Ona yalan söyleme, aşıksan aşık olduğunu, hoşlanıyorsan hoşlandığını belli et.  Ne eksik, ne fazla.
Uyarı : “Seninle evlendikten sonra Ahmet’lerle görüşmeyeceksin, o gömleği de bir daha giymeyi unut, tüm haftasonu hep birlikte olacağız, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyecek, artık en iyi arkadaşın ben olacağım” şeklinde cümleler kurma.  Dürüstlük bu değil, olmamalı.

Yada en iyisi boşver herşeyi, maddeleri, planları.  Yüreğinin sesini dinle ve anı yaşa.  Kimi siyahtan hoşlanırken kimi beyaza tapar unutma.  Hesapsızca ve nedenini bilmeden sevmek en güzeli.  Hepinizin başına gelmesi dileğiyle.

Sevgiyle.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Bugün Salı ve ben hala evlenmedim...

Küçükken en büyük korkum, gece yatağın altında saklandığını düşündüğüm ve nedense yaz-kış yorgan yada pikenin ucundan çıkıp, ayağıma  dokunarak, beni yok edeceğine inandığım canavardı. Ama ilerleyen zamanlarda ÖCÜ anlayışım değişti...  Evet sayın okuyucu yaş 30’a geldiyse, kadınsan, hafif elin yüzün düzgünse, Türkiye'de yaşıyorsan, çevrende 50 yaş ve üzeri komşun, aile yakının, aile dostların varsa, o malum sorudan kaçamazsın. “Eeee ne zaman evleniyorsun?”

“Kariyer yapıyorum, evlenmeyi düşünmüyorum.” en büyük kozumdu, ta ki sevgili Nil, o meşhur “Çocuk ta yaparım kariyer de” şarkısını popüler hale getirene dek. Artık onu da yemiyorlar, olmuyor yani. Tecrübe ile sabit. Peki evlenmek belirli yaşa gelince neden bir zorunluluk. Ben küçük bir gözlem yaptım, çevremde evlenmemi isteyenlerin hepsi nasıl oluyorsa benim için değil sanki kendileri için istiyorlar bunu, valla bak. Mesela çoğu zaman söylenenler;
* “Hadi evlen de şöyle dans edelim, kurtlarımızı dökelim.” Yahu arkadaş gel bir akşam çıkalım, bekarlığımızın tadını çıkara çıkara eğlenelim, dans edelim.  İlla nikah cüzdanı şartı mı var eğlence mekanlarında?
* Hadi evlen de bebek sevelim. Arkadaşım, Youtube’dan aç, komik bebek videosu izle. Sen neyin peşindesin? Büyümeyecek dimi o çocuk? Hep öyle kalacak. Diş çıkarırken, kızamık olduğunda, altı piştiğinde, ergenlik zamanında bana atar gider yaparken sen mi olacaksın benim yanımda? Olmayacaksın. Eeeee o zaman, amacın ne? Ayrıca bana bunu söyleyen tüm bekar arkadaşlara seslemek istiyorum, canlar bence sizin biyolojik saat yardım çığlığı atıyor, benden önce siz evlenin.
* Evlen de bize de gidecek kapı olsun. Pardon? Hayır işin enteresanı bu konuşma genellikle benim evimde yapılıyor. E gördüğün gibi ben evlenmeden de misafir ağırlayabiliyorum. Eşikte türk kahvesi ikram etmişliğim olmadı misal bugüne dek. Evimden sıkıldıysan eğer, sık dişini, zaten bizim bina eski, yakında kentsel dönüşüm kapsamında yıkılır, farklı eve çıkarız. Orada ağırlayayım. Hayır bu baskı ne?
* Arkadaşımın bir arkadaşının, teyzesinin, oğlunun kuzeni de bekar. Sizi tanıştırayım mı, dörtlü gezeriz bundan sonra. Ben, o adamın, senin hayatındaki yerini öğrenene dek zaten biyolojik saat işlemekten vazgeçer, emekliye ayırır kendini. Hem dörtlü buluşma ne allasen. Belli ki sen, eşin yada sevgilinle arandaki o enerjiyi tüketmişsin, farklı heyecanlar peşindesin, bana tanıdığını ayarlayarak, bizim olabilecek yeni sevgili enerjimizi emebileceğini mi sandın canım. Yoo dostum yooo. Hem yakın arkadaşlar toplanalım, okey oynayalım, ne bileyim tabu oynayalım, bowlinge gidelim ama şu çifte randevuya çıkmak adına beni baş göz etme çabasından bir vazgeç lütfen.
* Evlen de yerini yurdunu bil, bizim de gözümüz arkada kalmasın. Tamam kabul benim anne oralı, baba buralı, babaanne Rus, anneannem Arnavut falan fıstık ama ben en son bıraktığımda zaten yurdumu da yerimi de biliyordum yani. Maltepe’de oturan bir TC vatandaşıyım ben. Evlenince işler daha da karışacak bak diyeyim ben şimdiden.

Kısacası, herkes herkese saygı duysun.  Hayatına heyecan katmak isteyenler; canlarım ara yapmak banel oldu artık, bence gidin  bungee jumping falan yapın siz. Yeter ki kimse kimseye karışmasın. Çünkü gayet iyi biliyorum ki hayata karışmanın sonu yok.  Evlensen, "çocuk ne zaman?", çocuk olsa, "ee kardeş yapmayacak mısın?" soruları gelecek arkadan.  Lütfen hayatını Seinfeld modunda geçirmek isteyenlere saygı duyalım.  Belki o insan, sadece sitcom tadında yaşamak istiyordur?  Ne dersiniz?

Sevgiyle,

Sensin Günaydın. Pazartesi Sendromu...


Sen de yeni haftaya benim gibi yatağa yapışarak ve annenin çekiştirmeleri ile başlayanlardan mısın?  Alarm sesini en sevdiğin şarkı bile yapsan, kalkma vaktinin geldiğini anladığı an, işe gidecek olma düşüncesi balyoz gibi kafana vuruyor mu? Hemen kendini dinlemeye başlıyor musun, hastasındır belki mesela? Harika bir mazeret barınıyor olabilir bedeninde.
Pazartesi, haftanın başı, geleneksel diyet başlangıcı, tüm dj ve vj’lerin size sürekli hatırlatmaktan memnun oldukları o korkunç gün.  Evet böyle bir sendrom var maalesef ve çoğumuz bu sendroma yakalanmaya Pazar akşamından başlıyoruz.  İnternette az biraz sendrom hafifletici çözümler araştırdım ama?  Amerika’lı bir kişisel gelişim uzmanı amcanın bulduğu çözümler, Türkiye’de ne derece uygulanabilir sorguladım ;
  • “Sokağa çıktığınız da önünüze çıkan ilk kişiye sarılın.”  Tabi bunu yazan amcam Amerika’da, Türkiye’de karşı apartmandaki Pakize ablanın kocasına sabahın 7’sinde sarılmak, gerek ben, gerek karşı taraf için ne derece sağlıklı bir başlangıç olur, sorgularım ben bunu mesela. 
  • “İşe araçla gidiyorsanız diğer sürücülere yol verin.”  Canım benim ya.  Sen İstanbul’da sabah trafiğinden haberdar mısın acaba?  Verecek yol mu var?  Dahası yol olsa bile, sanki diğer sürücüler seni sıkıştırarak o yolu söke söke almaz mı?
  • “Toplu taşıma kullanıyorsanız, yaşlı yada genç farketmeksizin yer verin.”  Ollldu canım, hadi yaşlıyı anlarım da, ben metrobüste yer bulmuşum, oturmuşum, bir de o dört yapraklı yoncadan bile daha nadir bulunan o koltuğu başkasına vericem.  Hayır be versem bile başkası korkar, bilir değerini çünkü o koltuğun.  Kesin bir fenalık yaptığımı düşünür, oturmaz.
  • “Karşınızdakine küçük yalanlar söyleyin, sonrasında doğruyu söyleyerek onun güvenini tekrar kazanın.” Pardon ama karşımdaki insan saf mı acaba?  Yada satıştaki yeni evlenmiş ve borçları boyunu aşmış elemana “Akif, insan kaynaklarından duyum aldım, Cuma günü işine son verilecekmiş.” demek o elemanın bana güvenmesini mi sağlayacak? Akif beni acil servise yollayabilir.  Gerçi Pazartesi’nin kalanına evde devam edebilirim ama değmez. 

Peki bu sendromu Türkiye koşullarında hafifletmek için neler yapabiliriz yada benim çözümlerim neler?

  • En güzel parfümünü, en güzel kıyafetini bu güne sakla.  Saçlarını gerekirse 2 saat uğraşarak ahenkle dans ettir.  Erkeksen uğurlu kravatın vs. vardır tahminimce onu tak, traş ol ve misler gibi kok.
  • Diyete bugün başlama mesela.  Farklı ol.  Mükemmel bir kahvaltı et.  Hatta sonrasında meyve ye.
  • Evde evcil hayvanın varsa onunla zaman geçir, ona peruk tak, eğlen biraz J  sonunda böyle somurtabilir ama en sevdiği mamayı alıp, durumu telafi edebilirsin J
  • Çevrende somurtan insanların tümünü aşağıdaki resimle özdeşleştir ve eğlen J Ama bunu sakın onlara söyleme tabi.  Sonuç yine acil servis olabilir. :/


  • İş yerinde patrona yakalanmamak kaydı ile minik molalar ver.  Zaytunga, uludağ sözlüğe, en sevdiğin yazarların bloglarına göz at. 
  • Dinleme imkanın varsa telefondan, bilgisayardan vs. sevdiğin şarkıları dinle.

Pazartesi suçsuz, haftanın yükü onun üzerine yıkılmış, en az senin kadar mağdur, sıradan bir gün.  Empati yap, onunla dost olmayı dene, gülümse, kendine kahve ısmarla  ve akşamı bekle.  Hepsi geçecek ;)

Sevgiyle…


12 Nisan 2015 Pazar

Teşekkür ederim,

  • İstediğin kadar protein ve sebze yemenin (hemde istediğin kadar!) kilo vermeyi sağladığını keşfeden Pierre Dukan’a,
  • Gözümün gönlümün açılmasını sağlayan Biscolata erkekleri ve pek tabii ki Kıvanç Tatlıtuğ’a,
  • Reklam vermediğim halde sürekli yazılarımı ve sayfamı sponsorlu başlığı ile yayınlayan Mark Zuckerberg’e (Benim gelecek vaad ettiğimi düşünüyor olmalı ki adam, bana bildiğin destek veriyor.),
  • “Alt tarafı kahve, ne kadar kalorisi olabilir ki yani?” diye aleni şekilde kendimi avutarak, frappuccino ve macchiato’nun dibine vurup,  tatlı krizlerimi yenmemi sağlayan Starbucks’a,
  • İstediğimde kalabalık içinde deli gibi dans edebilmeme olanak sağladığı için, Gangam Style şarkısının sahibi PSY’a,
  • Senelerdir üç kuruşa salgılattığı mutluluk hormonları için, çikolataya,
  • Gözümden yaş gelinceye dek gülmemi sağlayan tüm o sitcom lara,
  • Karikatürü sevmemi sağladıkları için Yiğit Özgür ve Umut Sarıkaya’ya,
  • Güzel kadınların da yalnız kalabileceklerini kanıtlayan tüm bekar Victoria’s Secret kızlarına (bu konuda yorum istemiyorum, o gerçeğin, bende en az sizin kadar farkındayım),
  • Sırf altyazıyı okumak yerine, yüzüne birkaç saniye daha fazla bakabilmek için ingilizceyi öğrenme sebebim olan, ilk aşkım David Boreanaz’a (sayende az ekmek yemedim David’cim ),
  • Çorabım kaçtığında suçu her defasında onun üzerine attığımdan, bana şahane bir bahane sebebi olduğu  için, kedime,
  • Her ay bir bahane ile verdiği tarihleri dört gözle beklediğim için, astrolog Susan Miller’a,
  • Sevmenin en saf halini bana yaşattıkları için, kardeşim ve anneme,
Ama özellikle ;
  • Delice bağlanmamayı öğrettikleri için, değer verdiğim ama karşılık göremediklerime,
  • İçimdeki yapabilme duygusunu ateşledikleri için, yapamazsın diyenlere,
  • Beni ben yapan, daha güçlenmem için sebep veren, kırgınlıklarımla barışıp hayata pozitif bakmamı sağlayan tüm o içi kötülere,
Sonsuz Teşekkürler ;)

Sevgiyle kalın…

10 Nisan 2015 Cuma

Hedef titremeyen bir el ister!

Sevgi, aşk, tutku, nefret, öfke, hırs…  Bu duygular senin içinde her zaman var.  Ama onların hayatındaki yerini sen belirlersin ve dahası, hepsinin yoğunluğu senin elinde, hepsini sen var edebilirsin ancak.  İstediğin kadar var olabilirler.  Sen izin verdikçe oradalar.  Tıpkı insanlar gibi. Kalabalık içinde yalnız olmak acı verir.  Yalnız olmak değil.  Yalnızlığını sevmelidir insan.  İnsan yalnızken dış sesleri değil, yüreğinin sesini dinleyebilir, iç huzuruna erebilir, kendini keşfedip neleri istediğini sorgular, kendi ile olan arkadaşlığını pekiştirir.  Ve insan sadece kendine yalan söyleyemez.  Herkesi kandırabilirsin belki ama kendini asla.  Yalnız kalmamak adına çevrende seni huzursuz edenlerle olma!.   Seni sindirmeye çalışanlara yardım etme. Yapma!.  Sana inanmayanlara kulak asma!.  Limitlerini sadece sen belirlersin bu hayatta.  Unutma! Sen istersen olur.  “Olmaz” sadece yapamayacaklarını düşüneler tarafından uydurulmuş bir kelimedir.  Yapamazsın sözcüğü, seni kıskananların iç seslerinin dışa vurumudur.  İzin verme!.  Korkma! Geçmişindeki endişelerin geleceğinin yükü olmasın.  Taşıma onları, bırak!.  Yeni bir başlangıç yapmak adına, geçmişinde ördüğün tüm o duvarları var gücünle yıkman gerekir bazen.  Yık!
Bırak, yara bere içinde kal gerekirse, ama bitme, bitirme.  Denemek sana tecrübe kazandırır, başarısızlık olarak görme. Unutma, hiç hata yapmamış insan, denememiştir.  Senin hikayen bu, öyle değil mi?.  Başrolde sen varsın.  Daha önce kaç kez bitti dedin?  Kaç kez, bu son perde artık diye düşüdün?.  Ama bitmedi gördün mü.  Kabul et pek çok kez yanıldın önceleri.  Yapamayacağını düşündüklerin konusunda da yanılıyorsun.  Yapabilirsin ve dahası yapacaksın.  Sana bir sır vereyim mi, yeterince ister ve isteğini gerçekleştirecek adımlar atarsan eğer, tahmininden de önce gerçekleşecek tüm isteklerin. 
Bu hayata geldiysen, sonsuzluğa ulaşacağın o güne dek sana verilen bir görev var unutma.  En büyük sorumluluğun kendine karşı taşıdığındır.  Hadi hemen şimdi kalk, silkelen ve değiş.  Değişimi kendi içinde kararla başlattığında önünde kimse duramayacak.  Hayatını zehir ettiğin tüm sorunların, 100 yıl sonra bilinmeyecek bile.  Ama başarırsan, kim bilir, belki nesiller boyu hatırlanır adın.  Bırak kendi içinde yaşadığın aydınlanma öyle büyüsün ki, yayılsın ve başkalarına da ışık olsun.  Hayatında fark yarat ve bırak, başkaları senin hikayenden etkilensin.
Kendini sev, sevilmeye açık ol, arın tüm nefretinden, sevginin verdiği o muazzam hazzı yaşa.  Şimdi hemen at o ilk adımı.  O ilk adım senin bugün başlayacak olan hayatının en sağlam temeli olsun.

Sevgiyle,

9 Nisan 2015 Perşembe

İtiraf ediyorum

  • Adını hatırlayamadığım biriyle karşılaştığımda teksem canım, tatlım v.s. sıfatlar ile idare ederken, yanımda başkası varsa, yanımdaki kişiye dönüp " Şu gelenin adını hatırlayamıyorum, kendini çabucak tanıtıver de sana adını söylesin"  diye işin içinden çıkıyorum.
  • Arada Youtube’dan sevdiğim şarkıların karaoke versiyonlarını açıp söylüyorum ve o esnada kendi sesimi telefona kaydediyorum.  Dinlemeye başladığımda her defasında ayrı bir hayal kırıklığı yaşıyorum.
  • Yemek yiyorum ama kilo alamıyorum diyenlere bildiğin kıl oluyorum.  Öyle metabolizma olmaz, olamaz, olmamalı!
  • “Iyy iğrenç espri” deyip alay ettiğim o esprilerin çoğuna aslında o anda gerçekten gülüyor oluyorum.
  • İzlediğim tüm filmlerde, dizilerde sadece en güzel başrol oyuncusuyla empati yapabiliyorum.
  •  Yapma denilen şeyleri yapma isteği ile yanıp tutuşuyorum.  Cidden, bunu bana yapmayın.
  • İşe gitmediğim günlerde yedinci dereceden akrabalarımın rahmetli olduğunu söylüyorum bazen.  Gerçekten ölmüş bile olabilirler aslında, bilemiyorum.
  • Sevdiğim müzik başladığında her zaman sağ omuzum, dans etmek adına ilk tepkiyi veren uzuv oluyor .  Yukarı aşağı, yukarı aşağı.  Dansa başlama rutinim bir nevi.  Engelleyemiyorum.
  • Küçükken Ayşecik karakteri dünyanın en güzel kızı gibi geliyordu.  Pazarda aniden elinde sepetle dans etmesi vs. gayet mantıklıydı.
  • Çorabımın kaçtığını fark ettiğimde suçu genellikle kedimin üzerine atıyorum.
  • Kendim içi aldığım herşeyi hediye paketi yaptırıyorum.
  • Kahve falı baktırdığımda iyi şeyler söyleyenleri kahraman ve temiz kalpli, en ufak kötü şey söyleyeni fesat ve çekemeyen olarak ilan ediyorum.  
  • Kiminle kavga etsem kavga esnasında verebileceğim tüm o muazzam cevaplar yatağa girdiğimde aklıma geliyor ve o an’da söylemediğim için kendime sinir oluyorum.  Cidden sevgili beyin, bana bunu neden yapıyorsun?!!!
  • Saat 00:00 – 01:01  vs. olduğunda her defasında hoşlandığım kişinin beni düşünüyor olması düşüncesini seviyorum ama sonra Kıvanç Tatlıtuğ ile henüz tanışmadığımız aklıma geliyor, hevesim kaçıyor.
  • Sinemaya gelen çiftlerin, film esnasında birbirleriyle film kritiği yapmalarına sinir oluyorum.  Evinizde konuşsanıza!
  • Evde iş yapmam gereken zamanlarda, aniden inanılmaz yorgunluk çöküyor ve uykulu hissediyorum.
  • Haber izlemiyorum, içimi bayıyor.
  • Diyete her başladığımda çikolatanın hayatımın anlamı olduğunu anlıyorum.
  • Gündüz vakti doğa üstü olaylar hakkında anlatılan hikayeleri dinlemeye bayılıyorum ama gece olunca…  Siz de bi tıkırtı duydunuz mu? :/
Harika bir hafta sonu olsun.

Sevgiyle,


Doğru bilinen yanlışlar.

Merhaba  sevgili okuyucu,

Doğru bilinen yanlışlara değinelim mi bugün?  Ve dahası bunların hayatımızı ne hale getirdiğine.

*Çok güldün kesin başına kötü bir şey gelecek.  Yanlış! Esas gülmeyi bilmezsen zevk alamazsın hayattan.  Ağlamak kolaydır, gülmektir zor olan.  Misal bir film izlerken, geçmişte kaybettiğin birini düşünürken ve en basitinden soğan doğrarken bile ağlayabilirsin.  O yüzden gül gülebildiğince, zararsızdır.

* Su içsem yarıyor.  Yanlış! Hadi gerçekçi olalım, su böreğinden sonra içilen su, pek kabahatli değildir değil mi?  Su, börek adında geçmediği sürece,  su içmek kilo vermeye yardımcı olur ;)

* Burası Muş’tur, yolu yokuştur.  Yanlış! Burası Huş’tur, yolu yokuştur.

* Mini etek giyen, kahkaha atan, makyaj yapan kadın aranıyordur.  Yanlış!  Kendini iyi hissetmek için nasıl ki erkek traş oluyorsa, saçını tarıyorsa, kadın da kendini güzel hissetmek ister.  Hakkıdır.  Kalanlara konuşmak düşmez, düşemez.

* Kadın çalışmamalıdır, evde oturmalıdır.  Yanlış!  İnanır mısın kadın da en az senin kadar hak sahibidir.  Çalışır, üretir ve bunu gayet iyi yapar.  Üretmek kadının doğasında vardır, unutma.

*Kadınlar kötü araba kullanır.  Yanlış!  Kadınlar, erkek sürücüler tarafından tacize uğramayıp, arabaları sıkıştırılmadığı sürece gayet iyi araba kullanabilirler.

*  Google arama motoruna “kadın” yazınca, otomatik tamamlama özelliğinde şu ibareler görülür; Kadının hakları olmamalı, kadınlar oy kullanmamalı, kadınlar çalışmamalı, kadınlar araba kullanamaz, kadınlar haklara sahip olmamalı, kadınlar evde oturmalı... Ne yazık ki bu doğru!.  Birleşmiş Milletler'in Kadın biriminin hazırladığı bir reklam kampanyası da bu duruma örnek teşkil edecek nitelikte.


Hayatımızdaki yanlışları doğru yapabildikçe, doğru görünmeye başlayan tüm yanlışları süzebilme yeteneğine sahip oldukça, bakış açımızı genişlettikçe, nefretin ve benmerkezciliğin sevgimize gölge etmesine engel oldukça sonsuz mutluluğun kapıları ardına dek açılacak hepimiz için.  Değer bilinen, hoşgörünün yetkide olduğu, sevginin hüküm sürdüğü geleceklere…


Sevgiyle.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Mazeretim var.

Yüzmekten korkuyosun, boğulabilirsin.  Deneme bile.  Uçmaktan korkuyorsun, uçak düşebilir deneme bile.  Konuşmaktan korkuyorsun, karşındaki söylediklerinden hoşnut kalmayabilir.  Sus, konuşma, fikir belirtme.  Ya sevilmezsen, ya onaylanmazsa söylediklerin.  Hayat zehir olur sonra.  Peki hiç denedin mi?  Kafanda oluşturduğun kalıbı ne kadar kırabiliyorsun sen?  Limitlerin nelerdir biliyor musun?   Kaç kez aştın kendini?

“Kaç kere denediğiniz değil, nasıl bitireceğiniz önemlidir. “ Bu söz, Nick Vujicic’e ait.  Doğuştan kolları ve bacakları olmayan adama.  Hani sen yüzünde sivilce çıktığında bile hayatı kendine zehir edebiliyorsun ya bazen, yapma işte.  Nick, yüzüyor, balık tutuyor, golf oynuyor, sörf yapıyor, evli ve bir çocuğu var.  Dahası, gayet sağlıklı olduğu halde, hayatı kendine zehir etmeyi benimsemişlere seminerler düzenliyor, onları hayata tutunmaları konusunda ikna ediyor.  Denemeni önemini gösteriyor.  İnsan onun konuşmasını dinlerken utanıyor kendinden.   Ne kadar önemiz sorunlar yüzünden hayata kaç kez küstüğü geliyor aklına bir bir.  

Herkesin sorunları hemen hemen aynıdır, kişilerin yaşamını farklı kılan, sorunlara ürettikleri çözümlerdir.  Bırakmak, ümitsizliğe kapılmak işin kolayı.  Savaşıp, mücadele edebildiğin sürece varsın.  Ve bir de inandığın sürece.  Unutma, evrenin seninle ilgili muhteşem planları var.  Acele edip işin sihirini bozma.  Senin için sürpriz bir parti düzenleniyormuşcasına hazırlan, mutlu ol, yaşa ve en önemlisi an’ın tadını çıkar. 

Ve birde mucizelere inan, kim bilir belki bir gün birini sen yaratacaksındır.

Sevgiyle,

7 Nisan 2015 Salı

10 sene sonrasına mektup...

Naber Berrak'cim. Samimi yazıyorum sana, çünkü tahminimce  10 sene sonrada şu hayatta en sevdiğin kişi yine benimdir.  Bozulmamıştır aramız.  Gerçi son bıraktığımda diyet diyet diye bildiğin işkence yapıyordun bana ya, neyse.  Eee anlatsana hayat nasıl gitti bu arada? Ben on sene sonrasıyla ilgili bi dolu şey merak ediyorum.

Mesela şu evlendirme programları hala devam ediyor mu?
Flash tv'de hala halay çekiliyor mu?
Kedin yaşıyor mu?
Kıvanç Tatlıtuğ ile tanıştın mı? İtiraf et, yakından daha bi güzel di mi?

En sevdiğin t-shirt ü hala kıyıp atamadın di mi?  Hala parçalanmamış olması bile mucize.
Annenle yazlık – kışlık değişiminde hala kavga ediyor musunuz?  Dolabında hala asla giymeyeceğini bildiğin parçalar saklıyor musun?
Müge Anlı'ya hala CIA'den teklif gelmedi mi?
Türk kahvesiyle aşkınız hala devam ediyor mu? Senin gözünde aynı çekiciliğini koruyor mu?
Mental detoks işinde nasıldın? Atabildin mi tüm o gereksiz insanları hayatından?
Kaç hayat kurtardın bugüne dek?
Barınak ziyaretlerini ihmal etmedin dimi?
Tırnakların hala uzamasına fırsat kalmadan kırılıyor mu?  Annem hep vitamin eksikliğinden olduğunu söylüyordu, keşke meyve yeseydin biraz daha.
Dur tahmin edeyim. Annemin o saksı bitkisi hala hayatta di mi. Bak hepimizi gömecek o, sana diyorum ben :)
İtiraf et, hala uçak kalkarken bacaklarını sıkıp, etrafındakilerin görmemesini umuyorsun, ama her seferinde birine yakalanıyorsun. 
Hala instagram'da yemek ve ayak - bacak resimleri paylaşılıyor mu? Yoksa o da msn ile ayni kaderi mi paylaşıyor.  
Kaç düğüne katıldın ve ne zaman evleneceksin sorularından hangi yanıtlarla kaçmayı başardın?
Diziler kaç saate cıktı? Artık sabah başlayıp akşam mı bitiyorlar? 

Ve en önemlisi, özgür müsün Berrak? Beyninde düşündüklerini söyleyebiliyor musun? 
Eşit misin? Akşamları sokakta korkmadan yürüyebiliyor musun?  
Gülebiliyor musun Berrak? Var mı izin buna?
Boyun eğmeye başlamadın değil mi?
Kaçmayı düşündün mü hiç? Doğduğun topraklardan vazgeçip gitmeye karar verdiğin, aydınlığı uzaklarda gördüğün oldu mu?
Seçebiliyor musun Berrak? Yoksa sadece seçilmek mi var artık senin cinsine.
Karanlık mı gelecek Berrak? Saygı var mı o zamanda hiç, sevgi kaldı mı? Yoksa nefret böldü mü herkesi?
Bak bu yazıyı yazarken okuduğun bir cümle vardı, hoşuna gitti senin. Eğer gelecek karanlık, çıkmaz bir sokağa dönüştüyse bunu tekrarla. "Büyük baloların kaderi, küçücük iğnelerdedir."
Vazgeçme, boyun eğme, saygı duy ama asla kişilik haklarına dil uzatılmasına izin verme. Umarım bu son cümleleri okurken gülüp geçebileceğin bir gelecektesindir.

Sevgiyle kal Berrak,


5 Nisan 2015 Pazar

Hayvanlar !!!

Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir evde olduğunuzu düşünün.  Bahçedesiniz.  Kocaman, göz alabildiğine yemyeşil bir bahçe.  Etrafınızda 50’den fazla kaplan, aslan, jaguar…  Ayağınızın altında, bacağınızın yanında, başınızın üzerindeler.  Nasıl, korkutucu değil mi?  Değil.  Resimdeki adam Eduardo Serio.  Kısaca Eddie. 


Meksika’da yaşam alanını 50’den fazla yırtıcı hayvan ile paylaşıyor.  Hepsi onun bebekleri.  Hepsi için ne derece savaştığını, onları ne şartlardan kurtardığını ve dahası bunu yapabilmek adına kendi hayatından nasıl vazgeçtiğini en iyi bilenlerden biriyim.  Çok değil, 10 ay önce kendi hayatını yaşayan biriydi o.  Ta ki Cielo isimli siyah jaguarı görene dek.  Cielo, insanlar tarafından uyuşturucu ilaçlar verilerek, hayatı boyunca fotoğraf çekiminde kullanılıp, üzerinden para kazanılması hesaplanan  zavallı yavru bir siyah jaguar.  Eddie’nin ve dolayısıyla milyonlarca insanın dünyasını değiştirecek olan bebek.  Cielo Eddie’nin bebeği, ilk göz ağrısı ve mucizeyi başlatan yavru.  Eddie’nin sadece 10 ayda 1,5 milyon takipçisi oldu instagram’da.  Kendisine gönderilen bağışlar ile diğer canlıları kurtarmaya adadı şimdi hayatını.  Yaşadığı evde yaz kış şort ile dolaşır.  Nedenini soranlara da  “Kendimi tamamen onlara teslim ediyorum  ve biliyorum ki onlar çoğu insandan daha vicdanlı.  Biz bir aileyiz ve ailemizde kimse kimseyi incitmez.  Rotamız sadece sevgidir ve bu bizi birbirimize bağlar.” diye cevap verir.  Bunu kendi çevreniz için bu derece emin söyleyebilir misiniz?  Cevap vereyim mi, hayır.  Bilemezsiniz.  Neden mi? Kötüdür insan.  Savaşları başlatandır insan, sebepsiz yere kartopu oynadı diye birini öldürendir insan,  yalan söyleyendir insan, gece uyurken evine girip eşyalarını çalandır insan, dedikodu yapandır, kötü söz söyleyendir, iftira atandır, doğayı yok edendir, kendindan başka canlının yaşamasına saygı göstermeyendir insan. 

Hayvanların çıkarları yoktur oysa, sizden sevgi ve ilgi dışında beklentileri de olmaz.  İnsanlar ile karıştırmamak gerekir hayvanları.  Hayvanlarla zaman geçirirken korkmayın sakın, endişelenmeyin.  Onlar sizin yüzünüze gülüp arkadan dedikodunuzu yapmaz, kuyunuzu kazmaya çalışmaz, sözleri ile sıkıntı yaratmazlar hayatınızda.  Kendi türlerini zevk için öldürmezler.  Yakmazlar mesela, tecavüz de etmezler onlar, gey, lezbiyen, farklı dine, mezhebe mensup yada farklı düşünüyor diye dışlamazlar kendi türlerini.  Ama insanlar yapar. 
Hadi itiraf edin, başlığı gördüğünüzde birine hakaret edeceğimi düşündünüz değil mi?  “Hayvanlar” sözcüğünü görünce birine nefret dolu satırlar yazdığımı sandınız.  Şimdi tekrar düşünün, birine hakaret etmek istersem hayvan mı derim, insan mı?...

Sevgiyle,              
                                                                                         
İlgilenenlere not : Eduardo ve yaptığı güzelliklerin tümünü http://www.blackjaguarwhitetiger.org/ sayfasından takip edebilirsiniz.