26 Mayıs 2015 Salı

Deep Not... 3


  • Blog işini savsaklamaya başladım.  Hevesimi almaya başladım.  Bu hemen hemen her konuda böyle bende.  Tehlikeli! Çok tehlikeli! Derken bugün bir baktım günlük okumam 1.654 olmuş.  Neden olmuş, nasıl olmuş bilmem ama okuyanları sevgiyle selamlarım.  Anlatmayı severim, anlaşıldığımdaysa epey mutlu olurum.  Teşekkürler aynı frekansta olduğum insanlar ;)
  • Allah kimseyi Bülent Ersoy gözlüğü takacak kadar çaresiz duruma düşürmesin.  Dinimiz amin!
  • Bir kez daha anladım.  Hayatını bina gibi tasarlayamıyorsun.  Hayat o şekilde işlemiyor.  Sen yaşayacaksın, o kendini tasarlayacak.  Net!
  • Arka bahçedeki cırcır böceklerinin akşamları çıkardıkları ses, evrenin bana "mutlu ol" deme şeklidir.
  • Camın önüne ekmek koyarak serçe, güvercin beslemeye başlama çalışmalarımın sonucu, eğitilmiş kargalar oldu.  Her sabah 09:30'da cama vuruyorlar.  Hemen kalkıp yemeklerini hazırlıyorum.  Durum ürkünç bir hal almaya başladı.  Bu durumda kim kimi koşullandırıyor onu da bilemedim.  Pavlov'un köpeği Maltepe'den bildirdi.
  • Seçim arabaları berbat müzikleri ile dehşet saçmaya hız kesmeden devam ediyorlar.
  • Banyodaki musluk bozuldu.  Gelen tesisatçı amca "Hemen test edelim, musluğun açılışı için de gelebilirler" dedi.  Hayata bakışım bir kez daha değişti.
  • Su sebillerinin soğuk tarafının aktif olarak kullanılmaya başladığı günlere hoşgeldiniz.
  • Hiç çalışmadan para kazanmak ister misiniz?  İstersiniz tabii ama öyle olmuyor işte.
  • Bazı insanlara vermek istediğim ders 2 : Sakız nedir, nasıl çiğnenir?!!!
  • Şu sıralar beni en çok ümitlendiren kişi: Kaave Falı uygulamasındaki teyze.  Sağol teyze, var ol teyze.  
  • Şu sıra çevremdeki kimse evlenmiyor.  Düğün daveti de almadım.  Bu işte bi terslik var, bu işte bi terslik var...
  • Konuşmasam da orada olduğunu bildiğim kişiler: seviyorum sizi. (kalp simgesi)
  • Yeğenime yemek yedirmek için sürekli Pepe dinletiyoruz.  Oradan öğrendim, Pepe'nin bisikletinin adı "İttir Git!" benim içim mi fesat acaba?
  • Ütü yapmam gereken zamanlarda uyuyor taklidi yaptığım doğrudur.
  • Buzluktaki maraş dondurmasına karşı açtığım irade savaşında 2. günü de geride bırakmış bulunmaktayım.
  • Haftanı sözü : "Herhangi bir gün sokak kapınızdan adımınızı atarsınız ve tüm hayatınız  sonsuza kadar değişebilir. Evrenin bir planı vardır ve o plan her zaman hareket halindedir. Bir kelebek kanatlarını çırpar ve yağmur yağmaya başlar. Korkutucu bir düşünce olsa da, aynı zamanda harikadır da. Makinenin tüm o küçük parçaları, siz tam olarak olmanız gereken yerde, tam olarak olmanız gereken zamanda bulunun diye sürekli çalışır. Doğru yerde, doğru zamanda."
Sevgiyle,


24 Mayıs 2015 Pazar

Ve hayat


Bazen yorgun olursun kendini ifade etmek için.  İstemezsin belki, belki de karşındakine anlatamayacağını anlarsın, teslim olursun.  O zamanlarda sadece sus ve dinle!  Ben dinliyorum, ve bak, nasıl da güzel söylüyor...

Bırak arada sırada seni hiç tanımamış ve muhtemelen de asla tanımayacak biri anlatsın seni.  Arkana yaslan ve tadını çıkar.  Kendini dinle.  Sen'i dinle.  Anlatma biraz, dert etme biraz, ispat etmeye çalışma biraz, yeri gelsin sevilme biraz, ne olabilir, sen sev kendini, yetmez mi?

Kendinle kal arada bir.  Tüm gün takmak zorunda olduğun maskenden sıyrıl arada bir.  Kendi kendineyken asla ihtiyacın olmayacak zaten buna.  Kendi kendineyken kapat beynindeki sesleri.  Konuşma biraz.  İtiraz etme, kendinle mücadele etme. Bırak biraz.  Yaslan arkana ve keyfini çıkar.

Dünya yıkılsa anlamazlar!  Anlatma, sus ve dinle!  Tadını çıkar...  Zamanın varken tadını çıkar...  Sen sev kendini, bak gör nasıl da yetecek...

Sevgiyle,



19 Mayıs 2015 Salı

30 senelik uyku...

Değişiyorum, farklıyım artık, bunu tüm kalbimle ve ruhumla hissediyorum.  Ve en önemlisi bu hoşuma gidiyor.  Algılarım daha açık artık, daha net görüyorum, daha enerjiğim.  Daha bi ben oldum.  Sen'i daha iyi görebilen ben.  Duygularımın kölesi, mantığımın yardımcısıyım.  Sorumsuzca ve bazen büyük risklerle.  Yepyeni başlangıçlara, yepyeni hayallere, yepyeni dünyalara yapılacak keşiflerin kaptanıyım.  Doğanın seslerinde kayboluyorum artık.  Belki bir cırcır böceğinin namelerinde buluyorum huzuru, belki yağmur damlalarının melodisinde.  Yazıyorum mesela, umarsızca, düşünmeden, hesaplamadan ve belki hadsizce.  İnsanların hayalleri betondan yapılar üzerine kuruluyken, ben çıplak ayakla kumsalda yürüyorum.  Biliyorum çünkü, bu mutlu ediyor beni.  Tanıdıkları Ben'den memnun olmayıp, kendi hayallerindeki Ben'i yaratmaya çalışanlardan uzaktayım artık.  Onların niyeti belli, zihinlerinde yarattıkları Ben ile mutlu olmak!  Daha kararlıyım, küstahça kendinden emin olan, özgüvenini gereksiz şekilde şişirmişlerden uzakta, daha bir rahatım.  Planlarım da var.  Huzuru bulduğum kimseler ve mekanlar yoldaşlarım olacak.  Cümlelerim değil belki ama, gözlerim feryat edecek artık.  Bak buradayım!  Ne kadar toplu taşıma aracı varsa hepsine binerek, küçük şehir turu yapacağım.  Kendi yaşadığım şehirde turist olacağım ara sıra.  Vapura binip sıcacık simit alıp, martılara ikram edeceğim.  Senelerdir bana yaşattıkları görsel hazza teşekkür edeceğim.  Şu yabancı misafirleri götürdüğüm Topkapı Sarayı'nın denize bakan yeşil bahçesinde bu kez kendimi kaybedeceğim.  Kendime odaklanacağım!  İçime, en derinime.  Senelerdir eften püften şeyler için yorduğum ve sıktığım ruhumdan özür dileyeceğim.  Aslında olay basit, biraz farkında olup, biraz yaşamayı bileceğim.

Diyeceğim o ki, ben uyanıyorum artık.  Ve 30 senelik uykumun rehavetini kenara bırakıyorum.

Tavsiye ederim.

Sevgiyle.

17 Mayıs 2015 Pazar

Ve Sonra Siz Geldiniz...

Kendi hayatımı yaşıyordum ben.  Kardeşim bile koca adam olmuş, ben desen 30'a gelmişim, annem desen zaten evin dümeni.  Kendi hayatımızı sürüyorduk, gidişat belliydi, sonra siz çıkageldiniz.  Geçen seneye kadar yaşamadığım duygular yaşattınız bana.  Saflığınız, o küçücük bedeninizde taşıdığınız masumiyet, bir tek gülüşünüzle bulunduğunuz ortamda yarattığınız o güzel enerji ve aydınlanma...  Hayata karşı tavrım belliyken siz geldiniz.  Bir senede olgunlaştırdınız beni.  Doğduğunuz gün, sıradan başlayan günü, ancak siz böyle mükemmel kılabilirdiniz.  Ve yaptınız.
 

                           

Ve sonra siz geldiniz.  Daha düne kadar en fazla abla olabilmiş ben'i, teyze yaptınız.  Ne karmaşık duygular içindeydim sizi kucağıma aldığım o an.  Ne müthiş bir duyguydu.  Nasıl bize bu kadar muhtaç haldeyken, sizi görmeye bu kadar muhtaç edebilirdiniz ki?  Konuşmadan, mimiksiz, boş boş bakan o hallerinizle, nasıl aşık edebildiniz beni kendinize?  Ve dahası, ben bunu yazarken dahi nasıl oluyor da duygulanıyorum.  Siz benim küçük büyücülerimsiniz.  Daha adımı telaffuz edemeden aklımdan çıkmayan minik tavşanlarımsınız.  Annenizin, babanızın her paylaştığı fotoğrafınızla beni daha bir büyülediniz siz.  Kendi özgür irademle, sizin karşınızda, sırf bir lokma yemek yiyebilin diye maymun olmak bile mutlu eder oldu beni.  Hiç aşk mektubu yazmadım ben bu yaşa dek.  Hiç kimsenin fotoğrafına uzun uzun bakmadım.  Beni sevdiğinden emin olmadan, kimseye onu sevdiğimi bile söylemedim.  Siz hariç.  Siz beni farklı kılan, en zayıf noktam oldunuz.  En güçlü, ama en zayıf yanım.  Zaman benim için en değerli şeyken, sizin bana sesleneceğiniz günleri iple çeker oldum.  Sizi her gördüğümde insan yanım ortaya çıkıyor.  En saf duygularımın tercümanısınız siz.

Ben kendi hayatımı yaşıyordum, sonra siz geldiniz.  İyi ki geldiniz.  Sizden önce ne yapıyordum bilmiyorum ama sizden sonra nasıl aşık olabildiğimi biliyorum artık...

Minik yeğenlerim Ata Alkan & Irmak Yaren'e...


13 Mayıs 2015 Çarşamba

SOrMA. Özür Dilerim...

Vicdan azabı yaşıyorum.  Geçen sene eve geldiğimde haberlerde gördüm sizi.  Öncesinde Soma adını duymamıştım bile.  Özür dilerim hepinizden.

Doğalgaz kullanıyoruz biz.  Çalışıyoruz, günlük işlere kaptırdık kendimizi.  Hayatın koşuşturmasında biz sizi ve çektiklerinizi hiç fark etmedik.  Edemedik.  Siz ve yaşadıklarınız hiç gündemimiz olmadı bizim.  Ta ki siz ölene dek.  Evinize bir kap yemek götürmek için, çocuklarınız gün ışığında çalışabilsin diye okutabilmek için, sizin yaşayamadıklarınızı yaşamaları için yer altında ömür çürüttünüz.  Anlamadık.  Canlı canlı toprağa gömüldünüz, boğuldunuz içeride.  Yürekleri yandı annelerinizin, babalarınızın, evlatlarınızın, eşlerinizin.  Bizim de yandı.  Ağladım arkanızdan.  Çok ağladım.  Dile kolay 301 hayat, 301 aile, 301 insan, hiç insanca olmayan bir şekilde öldünüz.  Bizim için çalışırken öldünüz.  Yetmedi!.  Hakkınızı arayan akrabalarınız tekmelendi.  Sizin ölümünüzden sorumlu olanlar "asıl mağdur biziz!" diye açıklama yaptılar, sizlerden ve canlarınızdan sorumlu olan bakan çıkıp, "siz benim ne çektiğimi biliyor musunuz, ben iki gündür aynı gömleği giyiyorum!" dedi.  Biz dinledik.  Çıldırdık.  Delirdik, içimiz yandı... Sonra öğrendik meğer kurtarılabilirmişsiniz biliyor musunuz?   Sizin çalıştığınız maden ocaklarının denetimi için önerge sunulmuş, ancak sizler hayata gözlerinizi yummadan 20 gün önce reddedilmiş!




Şimdi bir sene geçti üzerinden...

Karanlık günlere doğru yol aldığımız koca bir sene geçti.  Bakan hala aynı bakan, istifa etmedi!.  Sizin acılı akrabalarınızı tekmeleyen o adam! tekme atan ayağını incittiği için doktor raporu aldı, terfi ettirdiler birde. Ardınızdan onlarca işçi, insan gibi şartlar sağlanmadığı için öldüler yine.  Topraktan çıkardılar sizi, sonra tekrar toprağa gömdüler!

Hakkınızı helal edin diyemem, utanırım.  Allah sevdiklerinizin, ailelerinizin yardımcısı olsun.  Sizden haber alana kadar yaşadıkları o acı, heyecan ve az da olsa içlerinde sakladıkları umut ve sonrasında yaşadıklarının hepsi, sorumlulardan çıkacak.  Karma ve ilahi adalet var, inanıyorum, inanmasam deliririm çünkü.

Utanıyorum bunları yazarken, hepinizin mekanı cennet olsun.  Ruhlarınız şad olsun.  Yolunuz o göremediğiniz ışıklarla aydınlansın.

Hakkınızı helal edin.


12 Mayıs 2015 Salı

Truman Show

Truman Show 1998 yapımı, baş rolünde Jim Carrey'in oynadığı güzel bir film.  İzlememiş olanlar için konusu; Truman Burbank, kartpostalları aratmayacak güzellikte bir adada yaşamaktadır.  Truman'ın yaşamı gerçek sandığı bu stüdyolarda tam otuz yıldır, aralıksız olarak, 24 saat boyunca canlı olarak televizyonda yayınlanmaktadır.  Ancak Truman dışında herkes bunun bir oyun olduğunu bilir.

Son zamanlarda ciddi ciddi hayatımın Truman Show gibi olduğunu düşünmeye başladım.  Ben hariç herkes aktör / aktris.  Aydınlanma yaşadım böyle düşününce.  Bak sende düşün, Truman aslında sensin.  İçinde yaşadığın hayat müthiş bir kurgu ve sen bunun bir parçasısın.  Ancak olaylardan kesinlikle haberin yok.  Bir düşün bak.  Şimdi yaşadığın tüm o saçmalıklar anlam kazanmaya başlayacak.  Aslında böyle saçma sapan olayların olduğu bir ülkede yaşamıyorsun.  Aslında tüm o kin, nefret, tutarsız açıklamalar, ölümler, haksızlıklar, sadece izlediğin o dizilerdeki gibi reyting uğruna yapılmış.  Aşağıdaki karelerin hiçbiri gerçek değil aslında.


  





Bak şimdi.  Nasıl komik değil mi olaylar?  Güzel yazmış yazan.  Ne yalan söyleyeyim ellerine sağlık.  Ancak son zamanlarda abartıyor gibi biraz.  Bu kadar ileri gitmesin, ne bileyim inandırıcılığını yitiriyor gibi.  İzleyen insanlar, "bu kadarı da fazla olmuş ama." diyebilirler.

Birde benim şu toplu ödemeyi alabilirsem artık.  Bunları 30 senedir yaşıyorum ben, hele son zamanlarda yaşadıklarım düşünülürse, faiziyle falan yapılmalı benim ödemem.  Ağır mobbing uygulanmış bana hayatım boyunca.  Çoğu insan bunlara tahammül edemez.

Teşekkürler, izleyici kitlem, teşekkürler yazan, teşekkürler yöneten.  Bunun bir TV programı olduğunu bilmesem, ülkece kafayı yemişiz derdim.  Rahatım artık.

Öpüyorum hepinizi,

Sevgiyle,

10 Mayıs 2015 Pazar

Dua...

                                    Allah'ım,



Ne olur artık birinin ölümüne üzülecek kadar kendimi kaybettirme bana.  Artık kötülükler iyiliklerin önüne geçmesin, geçemesin.  İnsanlar, senin bile yaratıp, özgür irade ve düşünme yetisi verdiklerin üzerinde hak iddia etmesinler.  Gencecik insanlar, ansızın katledilmesin.  Düşünmenin, ifadenin, protestonun karşılığı ölüm olmasın.  Olamasın!  "Asmayalım da besleyelim mi?" gibi cümleler duymasın bu kulaklar.  Anneler, mahkemelerde, evlatlarının öldürülüşünü kerelerce izlemek zorunda kalmasın.  Düşüncesi, dili, dini farklı insanlar, ötekileştirilmesin.  İnsanlar, para karşılığı, düşüncelerini satmasın, aniden dönüş yapmasın.  En önemlisi, dünün nedeni, bugünün sonucu olmasın.

Allah'ım, hırsı, kötülüğü, nefreti, kini, vicdanının önüne geçmiş, kibirden ruhu körelmiş kimselerin ölümü karşısında sevinmemi sağlama.

Amin!!!


8 Mayıs 2015 Cuma

Kurtlar Vadisi mi, Kemal Sunal mı? Zeki Alasya Özel...

Kaliteli büyüdük biz, sabah programımızda Barış Manço vardı.  Adam olacak çocukları, ıspanak yeme yarışmasında izlerdik, tekrarı yoktu bizim için çoğu şeyin.  İzlemesem de olur, internetten izlerim yoktu.  Hayatın tekrarı olmadığını ve an'ı kaliteli kullanmayı belki bu yüzden bildik.  Mehmet Ali Erbil'in pantolon indirmesine değil, Kemal Sunal'a, Zeki Alasya'ya, Metin Akpınar'a, Halit Akçatepe'ye, Nejat Uygur'a güldük.   Güldük, gülerken düşündük.  Bize masalı bile Adile Teyzemiz anlatırdı.  İlk telefon çevirmeyi onun sayesinde öğrendim mesela ben :) 066.  Arardım, dinlerdim.  Rahmetli bana özel anlatıyor sanıyordum mesela, çok mutluydum.  Gülüyorduk biz, sizler güldürüyordunuz bizi.  Çok kaliteliydiniz, fazla kaliteli.  Kemal Sunal'ın "eşşoğleşşek" demesine kırılırdık biz.  Kötü değildi ki.  Şimdiki gibi Recep İvedik serisi gibi değildi sizin komediniz.  Sadece küfür ile güldürmezdiniz.  Hababam Sınıfı'nı hala izlerim.  İzledikçe gülerim, güldükçe sizi yad ederim.  Çocukluğumsunuz siz benim, görmeden sevdiklerimsiniz.  Her birinizin kaybında daha da artıyor üzüntüm.  İlk Barış Manço ile anlamıştım sizlerin bizi üzebileceğinizi.  Yengem haber vermişti bana.  Nasıl üzülmüştüm, nasıl böyle çabucak söyleyebilmişti bana öldüğünü, bilmiyormuydu seninle aramızdaki bağı?  Sen neler neler öğretmiştin bana oysa.  Ölümün karşısında ne yapılması gerektiğini de öğretseydin ya keşke.  Siz bilmezsiniz beni, bilemediniz elbet, ama siz benim amcalarım, dedelerim, daydaylarım oldunuz.  Yaşarken güldürdünüz, giderken ağlatıyorsunuz.  Çocukluğumu da beraberinizde götürüyorsunuz.  O güzel zamanları beraber yaşadığım büyüklerim ölüyorlar bir bir.  Çocukluğum gidiyor, anılarım, güzel günlerim, saflığım, sadeliğim, hepsi sizinle gidiyor.
Yokluğunuzla gelecek nesillere de acıyorum biliyor musunuz?  Yazık onlara.  Onlar Recep İvedik'le büyüyecekler mesela.  Yazık!.  Kurtlar Vadisi'nde sürekli insan öldürmenin gayet doğal olduğu mesajını alarak büyüyecekler.  Ama biliyor musun Kemal amca, adam öldürmenin, tecavüzcüsü ile evlenmenin, iki kardeşin aynı adama yada kadınla aşık olmasının normal kabul edildiği televizyonda, senin meşhur "eşek oğlu eşek" repliğin kesiliyor, onu uygunsuz buluyorlar mesela.  Tuhaf.  Zeki Amca, "Devekuşu Kabare"deki devekuşunun anlamını şimdi daha iyi anlıyorum.  Maalesef   kafalarımızı kumlara gömdük, gerçekleri başka yerden görmeyi umuyoruz.  Üzgünüm.  Keşke ölmeseydiniz, keşke sizi yakından tanıyabilseydim, keşke o günlere geri dönüp, çocukluğumu şişeleyip saklayabilsem.

Yaşarken güldürdünüz ama giderken hep ağlatıyorsunuz.

Yolunuz ışık olsun, bizim de o ışığa ihtiyacımız olacak.

Sevgiyle,

4 Mayıs 2015 Pazartesi

İş görüşmesi = Cehennem azabı

İşsizim.  Kendi tercihim değil.  Çalıştığım proje bitti, ortaklık yapan firmalar taslarını ve taraklarını toplayıp ait oldukları şehirlere gittiler.  Ben ortada kalakaldım.  Sonrasında durum ilişki durumuma eşitlendi ; Benim beğendiklerim beni beğenmedi, beni beğenenleri de ben beğenmedim.  Sonuç, yalnızlık.  İlk günler nasıl muhteşem, nasıl harika anlatamam ki, yazayım.  Aşk gibi, ama midem yerine tüm vücudumda kelebekler geziniyor.  Huzurluyum, mutluyum, bir dünya da tazminat almışım.  İlk iş yurtdışına çıktım.  Turistliğin dibine vurdum, o mekan senin bu mekan benim gezdim dolaştım.  Türkiye'ye döndüm, nasıl olsa işim yok ama param var (herkesin hayali) gezmem lazım.  Eeee benim bütün arkadaşlar çalışıyor, kiminle gezeceğim ben, tamam yaptım yalnız programımı, kendimle olan zamanımı doldurdum, bitti.  Şimdi arkadaş lazım.  "Hadi buluşalım" dediğimde cevaplar genelde "yorgunum", "işten geç çıkacağım", "dönüşümüz geç olur, erken yatmam lazım." şeklinde olmaya başlayınca anladım ki o döngüye geri dönme zamanı geldi.  Rahatlık, tek başına o kadar değerli değilmiş.  O halde gelsin mülakatlar. Vira bismillah!

İş görüşmesi yapanlar bilir, görüşmeye geç kalamazsın, biraz erken gitmen gerekir hatta.  Ama çok erken de gidemezsin, "iş görüşmesi yaptığım firmaların binalarında yaşıyorum, altı aydır evsizim ve hayatımı bu şekilde idame ettiriyorum" imajı verme olasılığın var.  Ama patron milleti seni bekletir.  Min.5, max. 50 dakika arası.  Bekletir, adam patrondur.  Başka açıklamaya gerek var mı? Genelde kapıda önce güvenliğe kimlik bilgilerini verirsin, sonra danışmaya ayrıca anlatırsın derdini, sonra senin yanında asık suratlı ama patron katına geldiğinde bildiğin melake kesilen kız gelir ve seni o yüce kata çıkarır.  Zaten özgeçmişin ellerindedir ama yetmez, birde iş başvuru formu doldurmanı isterler.  Lütfen bunun mantığını çözen beri gelsin, bişey deneyeceğim.  Formu doldurursun, annenin evlenmeden önceki kızlık soyadının ilk iki harfi hariç, tüm hayatını tekrar yazarsın forma.  En çok takıldığım bölüm, ilk okul not ortalamam mesela.  Pardon canım, neden lazım bu acaba?  Cidden soruyorum bak.  Yani akşam ne yediğimi sor, daha mantıklı gelir bana.  Sen n'apıcaksın benim ilkokul ortalamamı.  Dahası ben nasıl hatırlayayım onu?  Buna yazdığım belli, 5.  Sıkıysa ispat etsinler.  En sonda yazan soru zaten işin olup, olmayacağını karşı tarafın anladığı soru.  Net ücret beklentiniz nedir?  E haliyle en son aldığımdan biraz daha yukarısı olsun canım.  Ama şimdi fazla yazarsam, olacağı varsa da olmaz, az yazarsam, adamların gözünde çin malı vazo muamelesi görme ihtimalim var.  Adam, "bu işleri bu fiyata yapıyorsa kesin bir kusuru var" diye düşünecek.  Offff, söylesene bana ne kadar ücret düşündüğünü, kutu kutu pense oyunu gibi, aşağı yukarı pazarlık yapmasak, ben sana zaten ya "yok, o maaş değil, ortalama akşam yemeği ücreti" deyip yoluma giderim, yada beklentimin üzerinde olur ve yüzümde aydınlık ve engellenemez kocaman bir gülümseme oluşur, anlaşırız.  Neyse, ahirette bile muhtemelen sorulmayacak olan sorular tamamlandığına göre, firma sahibi yada yetkili kişi ile görüşmeye hazırsın.  Beş dakikalık geleneksel bekletme de bitti, yetkili geldi.  Ayağa kalk, elini sık ama narin olmayacak, fazla sıkı da olmayacak, hemen sıkıp elini çekmeyeceksin ama fazla uzun da tutmayacaksın.  Karşındaki ismini söylemiştir ama sen elini nasıl sıksam derdinde olduğundan, duymazsın bile.  Hoşgeldiniz, beş gittiniz muhabbetinden sonra, formda olmayan o klasik soru bombardımanı başlar.
 
  • En son işinizden neden ayrıldınız?  Her defasında firmayı taşıdılar, bana haber vermeyi unuttular yazmak istiyorum sonra şeytana başka zaman uyarım diyorum, vazgeçiyorum.
  •  "Kendiniz ile ilgili en sevdiğiniz özelliğiniz nedir?"  Canım ben kendime aşığım.  Cidden bak.  Halim, tavrım, konuşmam, saçım, başım, her şeyim mükemmel benim.  Yani hangisini sayayım ki sana.  İmkanım olsa, kendi kendime nikah kıyıcam ben, o derece.  Tabii bu cevap verilemeyeceğinden o klasik, her patronun duymayı istediği cevabı verirsin, "çok çalışkanım, çalışmaktan inanılmaz keyif alıyorum." hmmmm tabi canım, bi kere çalışmak güzel bişey olsa üzerine para vermezlerdi.  Her güzel şeye sen ödeme yaparsın unutma.  
  • "Peki kendinizle ilgili en sevmediğiniz özelliğiniz nedir?"  Henüz para basamıyor olmam, bu özelliğe sahip olamayışıma bildiğin gıcığım.  Dedikodu yapıp, arkadan "aman büyük konuşmayalım, başımıza gelir şimdi" deme huyuma da sinir oluyorum, saçlarım çok çabuk uzuyor sürekli boyatmam lazım ona da sinir olurum ama kalanıma bayılıyorum.  Demin de söyledim ya işte, aşığım ben kendime.  Tabii bunu da söylemeyeceğim için ikinci klasik yanıt gelir, ilkiyle aynıdır aslında ama patron bayılır buna " Çok çalışıyorum ve bu kadar iş kolik olmak çok mu iyi bilemiyorum, bir de her şeyi hemen tamamlamak için  fazla çaba gösteriyorum." sen bana ilk maaşı ver, gör bak üç günde bitmesi gerek o işleri ben üç günde nasıl da bitiriyorum.  Erken bitirmenin alemi ne, dimi ama?
  • "Neden burada çalışmak istiyorsunuz?" E para veriyorsun, yani vereceksin değil mi?
  • "En zayıf yönünüz nedir?" Yok şimdilik.  O yüzden iki aydır falan aç geziyorum ama az kaldı, iki aya kalmaz söyleyebilirim.  
  • "Düşündüğünüz maaş nedir?" E yazdım ama.  Bayağı bi kasıldım hatta yazarken.  Madem konuşacaktık, neden yazdırdın?  Sevmedim seni bak, haberin olsun.
  • "Bana kendinizden bahsedin." Özgeçmişim elinde, üzerinde daha on dakika önce yazdığım form var, yetmedi dimi?  Esra Erol'un evlendirme programında 3 senedir eş arayanlar bile bu kadar anlatmamıştır.  Daha ne istiyorsun, amacın ne? 
  • "Sizi neden işe alalım?" Bunu da mı ben söyleyeyim!!!
Senin düşündüklerinde tamamen alakasız, robota bağlamış şekilde verdiğin cevapların gibi onun da söyleyecekleri klasik aslında, son cümle de klasik; "Biz size geri dönüş yapacağız." Oldu canım, evet döneceksin sen bana.  Ben de çıkışta Brad Pitt'le kahve içicem zaten.

Ve en son çekmen gereken çile.  Çıkış sol tarafta mı, yoksa sağ tarafta mı ?

İş arayanlara bol şans, (genelde çıkış soldan bu arada)

Sevgiyle,