25 Kasım 2015 Çarşamba

Minibüse Binme Klavuzu

Selam Okuyucu,

İstanbul'da yaşıyorsan, birde bayansan, "kendi aracın ile trafiğe çıkmak = cesaret" olarak tanımlanabilir.

Yağmurlu günlerde, park edemediğin durumlarda vs. minibüse bineceksen, aşağıdaki durumlardan en az üçünü yaşaman muhtemel demektir.  Ona göre psikolojik ve fiziksel olarak hazır olmalısın.  Haa zaten sık sık minibüse binenlerdenim diyorsan, tamam sen serbestsin, gidip eski sevgilinin yeni sevgilisinin facebook - Instagram sayfalarında dedektiflik yapmaya geri dönebilirsin.  Yalnız instagramda resmi büyüteceğim diye çift tıklama bak, cidden durum vahimleşir.  (Aman tabii ki sen öyle şeyler yapmazsın ama ben yine bi hatırlatayım istedim.)  Şimdi geri kalanlar hazırsa başlıyoruz.

İlk Adım : Minibüsü Bekleme
Bu adımda, minibüsü beklerken olması muhtemel durumlardan bahsedeceğiz.  Yol kenarında bineceğin minibüsü beklerken, senin beklediğin hariç, diğer tüm minibüsler şansını mutlaka deneyecektir.  Seni farkeden minibüs şoförü, önce selektör yapacak, bununla yetinmeyip kornaya basacak ve yine de dur hareketi yapmayan senin, dalgın olduğun kanaatine vararak, yanına gelip yavaşlarken kapısını açacaktır.  Ölü taklidi yapıp, ileriye doğru boş bakışlar atarak durumu kurtarabilirsin.  İşte o esnadan başını şeytan filminin o meşhur sahnesindeki gibi 180 derece arkaya çevirmiş şoför sana "madem binmeyecektin niye durdum" bakışı atabilir.  Bu gibi bir durumla karşı karşıya kalmamak için, senin hedefindeki minibüs gelinceye dek, sana selektör yapan tüm minibüslere başını hafif yukarı doğru kaldırarak "hayır" işareti yaparsan, şoför ağabeyimiz yoluna devam edecektir.

İkinci adım : Minibüse Binme
Bu adımda içindeki dublörsüz film çeken Tom Cruise ortaya çıkmalı.  Başka türlü hayatta kalman mümkün değil.  Öncelikle, inen yolcu varsa şanslısın, onu bil.  Çünkü bir veya birkaç yolcu inecek ve sen bineceksen, minibüsün duracağından emin olabilirsin.  Minibüsteki yolcular iner inmez merdivene ilk adımını atman önemli zira şoför ağabeyimiz "Hadi ablacım, biraz acele edelim" repliğini söyleyecektir.  Eğer inen yolcu yoksa ve sen minibüse hemen binme durumundaysen, minibüsün tam olarak durmasını bekleme, yanlış yaparsın.  Minibüs yavaşlar, yavaşlar ve yavaşlar ancak tam olarak durmaz.  İşte o vakit, çıkar içindeki Tom Cruise'u ve atla minibüse.  Ancak seyir halini tam durdurmamış minibüse saniyenin beşte biri hızda da binsen "acele edelim lütfen" cümlesini duyabilme ihtimalin yüksek.

Üçüncü adım : Para Ödeme ve Üstünü Alma
Minibüse binmeden önce cebinde muhakkak toplam tutar miktarında bozuk para olsun.  Ben kalabalık ortamda ucu ucuna para veremem ezik gibi diyorsan, biner binmez gayet karizmatik bir biçimde "Pardon, bir kişi Kadıköy ne kadar acaba?" diye sorarsın, sonra elindeki paraları sayıyormuş gibi yaparsın ve şoföre verirsin.  Haaa yok ben ille de banknot vereceğim diyorsan, o zaman kenarda 5, 10 veya en fazla 20 TL. bulundurman şart.  50, 100 ve 200-TL vermeyi planlıyorsan, bence selli yağmurda kabak lastikle araba sür gerçekten sağlığın daha güvende demektir.  Zira şoför ağabeyimiz o paraları kabul etmeyecek, etse de sen inene dek üstünü vermeyecektir.  Parayı verdin diyelim, şimdi sıra üstünü alma kısmında.  En gergin bekleyiş budur.  Paranın üstü iki durak içerisinde gelmezse, şoföre akıbetini sorarken çelik gibi sağlam sinirlere ve dahası Malkoçoğlu tarzı cesarete sahip olman gerekebilir.  "Öhö öhö (Boğazın temizlenme evresi) şoför bey pardon, ben Kadıköy parası verdim 20 TL ancak üstünü göndermediniz." Şoför ağabey, itham edilmişcesine "Nerden bindiniz siz?, 20 TL mi verdiniz, Vermedim mi ben sizin para üstünüzü?" şeklindeki soruları sıralayacaktır.  "Yahu kardeşim binene dek, elli selektör yaptın, göz göze 30 sn bakıştık, parayı aldın, daha 3 dakika olmuş bineli ne çabuk unuttun" gibi cevaplar vermek yerine, mümkün olduğunca sakin bir şekilde cevaplandırın soruları.  Bir diğer olasılık, şoförde başta belirttiğim "düşüncesizler" tarafından verilen banknotlar sonucu bozuk para kalmamış olması durumudur ki burada da "Ablacım bozuk yok şu anda sabret, aklımda"cevabını duyacaksınız.

Dördüncü adım: Yer Kapma!
İşte burada National Geographic kanalında gördüğün avına saldıran yırtıcılar misali atik davranırsan, nirvanaya erersin.  En kötü durumda, minibüste tek kişilik yer kalmışken, sen şoförün yanına gitmiş ve parayı verip üstünü beklerken, başka yolcu almak için yavaşladığında yaşadığın o adrenalin dolu dakikalardır.  Eğer yanında çanta, poşet vb şeyler varsa hiç düşünmeden koy o koltuğa, önce sen bindin ve orası senin hakkın.  Zira ayaktaysan, asla hiyerarşi bekleme.  Önce binen değil, kalkacak yolcunun koltuğuna en yakın duran kazanır unutma.  Haaa birde hemen hemen her minibüste rastlama ihtimalin yüksek, eli kolu ve yanı poşetlerle dolu olan, cam kenarına yanaşmayı, yakın yerde ineceği gerekçesiyle reddeden o teyzeleri unutmamak lazım.  O teyzelerle nerede ineceksinz diyoloğuna girme.  Ezile ezile bin yanına.  Muhtemelen sen daha önce ineceksin, inerken "Noolduuu canım?" bakışıyla rahatlarsın.  Ama öncesinde gençlik yıllarını o teyzenin replikleriyle ziyan etme.

Beşinci adım : Sigara İçen Şoför
Bak arkadaşım, Sen sen ol, şoföre sigaranızı söndürebilir misiniz? deme!  Çünkü cevabı belli "Ablacım, içmeyeyim de kaza mı yapayım?"  Şoförler sigara içmeme oranının kaza yapma oranı ile doğru orantılı olduğuna inanıyorlar.  İçmezse çarpar, net!  Canından önemli mi canım, sende aaaaa...

Altıncı Adım : Çalan Arabesk Müzik
Adı duyulmamış bir şarkıcının, muhtemelen tüm Türkiye genelinde 85 adet satılan albümün birine sahip şoför ağabeyimiz, bunu son ses dinlerken, acaba arka taraftaki gariban yolcular ne hissediyordur diye düşünmez.  Ama sen "Acaba nefesimi tutsam, şarkı bitmeden kendi kendimi imha edebilir miyim?, Son sürat giden araçtan kendimi atıp yuvarlansam sakat kalmadan bu işi çözebilir miyim?" gibi sorular sormaya başlarsın.  Bu gibi soruları soruyarsan yine şanslısın demektir, zira şarkıcının "lay lay lom galiba sana göre sevmeler, hopa şinanay galiba sana göre sevilmeler" dizelerinde mana aramaya başladıysan, in hemen o minibüsten.  Oksijen şart.  Buna önlem olarak, minibüse kulaklıkla binmeniz tavsiye edilir.  Senin müziğine karşı benim müziğim şeklinde yaklaşılabilir olaya.  Ancak, arkadan uzatılacak paraya karşı dikkatli olunmalıdır.  Kulaklık sıklıkla çıkarılıp, "pardon kaç kişiydi, neresiydi" diye sormanız olası...

Yedinci Adım : İniş 
Buraya kadar sağ salim gelmiş olman maceranın sona erdiği anlamına gelmez sevgili okuyucu.  Zira hiçbir şey bitmiş değil.  Burada gözlem ve matematiksel yeteneklerini kullanman gerekecek.  Minibüsün hızını, ineceğin nokta arasındaki mesafeyi, yanında oturan ve senden önce ineceğini iddia eden teyzenin poşetlerinin üzerinden atlama ve ona atacağın "Nooldu canım kim önce inecekmiş" bakış süreni hesaplamalısın.  Ses tonunda önemli, gayet kararlı ve yüksek tonda konuşmazsan son durak seni bekler.  Ayağa kalk, kapıya yanaş ve ineceğin yere 50 metre kala "Müsait bi yerde" de. "İnecek var" veya "inebilir miyim lütfen," seni diğerlerinden ayırır.  Unutma minbüstesin ve kuralına göre oynamalısın.  Şoför sesini duyduysa ne ala, duymadıysa son bir kez daha tekrarla ve bekle, zira burada devreye diğer yolcular girecek.  Sesi gür bir bey "Kaptan, inecek var" diye bağırdığında seni duymayan şoför ağabey, anında frene basacaktır.  İniş için yine tam durmasını bekleme, derin bir nefes al ve bırak kendini.  

Tüm bunları başarı ile yerine getirdiysen, tebrikler, artık sende kıdemli bir minibüs yolcususun.

Not : Minibüs şoförünün arkada olduğunu iddia ettiği o boşluk, esasen yok.  Arama boşuna...

Sevgiyle ;)


6 Kasım 2015 Cuma

Deep Not


  • Herkeste bir öksürük hali.  Tamam, bu durum bende de mevcut ama, toplu taşımalarda ağızlarını yarım metre açıp, mikroplarını saça saça öksürenlerin ağzına terlikle vurma isteği sadece bende oluşuyor olamaz değil mi?
  • Instagram'sız asla diyenler el kaldırsın.
  • H&M Mağazası indiriminde yaşanan görüntüleri izledikten sonra, hala kadınlardan korkmayan bir iki yiğidi gönülden tebrik ederim.
  • İnsanların geçirdiği evrimi yakından tecrübe etmek isteyenler, Facebook'a ilk kayıt olduklarında yaptıkları paylaşım ve yorumlara baksın.  Ben baktım ve tek söyleyebileceğim "Zamanında çevreye vermiş olduğum geçici rahatsızlık sebebiyle hepinizden özür dilerim."
  • Adele; seviyorum kız seni.  Kalp kalp kalp
  • Akıllarda tek bir soru; akşama ne pişirsem!!!
  • Bir Cuma repliği : "Akşam olsa da gitsek"
  • Kedimin dünyanın parasını verip aldığım pufidik yatağında değil de, ısrarla kanepenin kenarnda uyuması evrenin bana "fala şeyetmemek lazım" deme şeklidir.
  • Şu sıra Instagram'da kedi videolarına takıldım.  Muhtemelen bir kaç sene sonra da bunun pişmanlığını yaşayacağım o yüzden peşinen kusura bakmayınız.
  • Adam Levine'a teeeee lise yıllarımdan beri aşıktım.  Tam ben evlenme çağına geldim, o terbiyesiz gidip Victoria's Secret mankeni ile evlendi! (Göz deviren smiley)  Ama bu kızcağız yemedi, içmedi, karşılıksız aşkını sonlandırmanın yolunu buldu.  Kendisinin en sevdiğim şarkılarını sırasıyla sabah alarm sesi yaptım.  Sonuç; adamın sesini duyduğum dakka tüylerin diken diken olma hissi.  (Hınzır gülüş smiley'si.)
  • Bayanlar adına sesleniş : Eyyyy Biscolata reklamları nerdesinizzzzzz????
Öpüldünüz.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Deliliğin Tanımı

Delilik nedir biliyor musun?

Einstein'e göre delilik, hep aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç beklemektir...


14 Ekim 2015 Çarşamba

Mutlu Olmak İçin


  • En az bir dil öğren, senden farklı lisanda konuşan insanlarla iletişim kur. 
  • Hayallerini beton yapılar üzerine kurma, unutma, gökyüzü, deniz, okyanus, yağmur damlaları ve yıldızların sahibi yok.  Onlar senin.  Mutlu olmadığında doğaya sığın.
  • Büyü ama yetişkin olduğunda çocukluğunu unutma.  İçindeki çocukla iletişimini asla koparma.
  • Dibe vuran insanlarla dost ol.  Dünyayı kocaman bir deniz olarak gör ve dibe vurmuş insanların senden daha güçlü olduklarını düşün.  Denizin en derinine inebilenler, nefesini senden daha fazla tutabiliyor demektir.  Ve belki bi gün sen de nefesini tutmak zorunda kalabilirsin.  Buna her daim hazırlıklı ol.
  • Sirklere, hayvanat bahçelerine ve yunus parklarına gitme.  Her şey ait olduğu yerde güzeldir.  Ve  sirklerde olduğu gibi, hayatının hiçbir döneminde senin eğlencen ve keyfin uğruna başkalarının acı çekmesine vesile olma.
  • Hayal gücünü elinden almalarına izin verme.  Hep düşle, daima düşle.  Gülme sesleri gelebilir sen düşlerken, işte o zaman tıka kulaklarını.  Duyma sana gülenleri.  Ama bunun yanı sıra, seninle gülebilenleri baştacın yap.  İşte onlar zor bulunuyor.
  • Geleneksel kalıpların dışına çık arada sırada.  Kimliğini yaşa, sana dayatmalarda bulunmaya çalışanlar olacak, onlara asla izin verme.   


  • Hikayesini tam anlamıyla bilmediğin kişileri asla yargılama.  Unutma her hikayede en az iki taraf vardır.
  • Gözlerini kapattığında kendi dünyanı yarat, kalbinle bak.  Kalbini dinle.  Seni mutlu eden tüm o anları hafızana kazı.  Anılarını dijital ortama değil, beynine depola.  Görmeden, bakmana gerek kalmadan hatırlayabildiğin anıların en değerlilerin oluyor…
  • Gülmek için sebep arama, yarat.  Sen, birinin kahkahasının kahramanı ol.
  • “Resmen çocuk gibisin” diyenlere teşekkür et.  Sonra şaşkın bakışlarının tadını çıkar.
  • En az bir hayvanı evcilleştir.  Onunla bağ kur.  Hayvanları seven arkadaşların olsun.
  • Asla arkadaşlarına zaman ayırmayı unutma.  Kim bilir belki hiç ummadığın birinin hikayesinde yer alırsın.  Ve belki o hikayenin kahramanı olursun.
  • Çok güzelsin.  Ve çevrendeki herkes çok güzel ve eşsiz birer parça.  Tanıştığın her insan doğanın bir mucizesidir.  Güzellik kavramının kalıbı yoktur.  Gözünle değil, kalbinle bakarsan göreceksin.
  • Vedalaşmayı bil.  Sevdiğin kimselere ve mekanlara veda etmen gerekecek.  Eğer birinin hayatında yer alacaksan, gözyaşlarını da hesaba katacaksın.  Ve o gün geldiğinde üzülme.  Sevdiğin insanları kalbinde saklamayı başarırsan, hep senin yanında olacaklar. 
  • Kimsenin bilmediği en az bir mekanın olsun.  Bazen kendi kendine kalman gerekecek. 
  • Canlı bir bitkin olsun.  Onu hayatta tutmak için zaman ayır.  Senin için özel olsun.  Senin olsun.
  • Üzgün olmanın da güzellikleri olacak.  Günbatımının keyfine daha iyi varabilirsin yada bir şarkının sözlerinin farkına varabilirsin böyle anlarda. 
  • Binlerce insanla tanışacaksın.  Bazen hayalini bile kuramayacağın insanlarla bağ kuracaksın.  Onların da senin gibi insan olduğunu fark edip şaşıracaksın.  Kimseyi gözünde büyütme.  Kimse için büyü biri olmaya da çalışma.  Evren aslında hepimizi eşit seviyor.  Mutlu insanlar bunun farkına varabilenler sadece.
  • Çocukken, ergenliğinde ve büyüdüğünde “Küçük Prens” kitabını oku.  Her okuduğunda daha da etkileneceksin.

Öyle ya, Küçük Prens'in gezegeninde, her gezende olduğu gibi, faydalı otlar da, zararlı otlar da vardı. Elbette ki faydalı otun tohumu faydalı, zararlı otun tohumu zararlı olur. Ama tohumlar görülmez, toprağın altında uyurlar mışıl mışıl, ta ki günü birinde birinin aklına eser, uyanır. O zaman da gerinir, güneşe doğru incecik, sevimli ve zararsız bir filiz sürer ürkekçe. Bir turp ya da bir gül filiziyse bu, varsın istediği kadar büyüsün. Ama zararlı bir bitkiyse, onu görür görmez koparmak gerekir. Küçük Prens'in gezegeninde korkunç tohumlar da varmış.. Baobabsa öyle bir bitki ki erken davranmazsan, bir daha baş edemezsin onunla. Gezegenini baştan başa sarar, köyleriyle delik deşik eder. Hele gezegen küçük, baobablar da çok olursa, çatlatır gezegeni.
Küçük Prens daha sonra: "Bu, bir kendini disipline etme işidir. İnsan her sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra, gezegenine çekidüzen vermelidir. Baobablar filizlenirken gül fidanlarına çok benzerler. Onun için, birini öbüründen ayırt etmez, hiç vakit kaybetmeden baobabları söküp atmayı iş edinmeli. Oldukça sıkıcı bir iş bu, ama çok kolay."

Sen sen ol, baobablarından kurtul.  O zaman sana asla zarar veremezler.


Mutlu olmak aslında bu kadar basit...

Sevgiyle,

9 Eylül 2015 Çarşamba

Nefret Ettim, Özledim, Sıkıldım...


Cok sevdim ben,
Kucukken tvde yayinlanan pazar gecesi sinemasi için mısır patlatıp ailece televizyonun karşısına geçip film beklememizi,
Pazar günü ailece sucuklu yumurta eşliğinde yaptığımız kahvaltı keyfini,
Anneanemle babaannemin birbirine kahve falı baktığı o günleri,
Hasta olduğumda annemin "hadi sen bugün okula gitme evde yat dinlen" demesini, 
Göztepe'de aileler evlerinin balkonlarında otururken "kızlı erkekli" futbol maçı yaptığımız günleri,
Bayram arifelerinde yeni kıyafetler alıp bayram sabahında giymek için dakikaları saymamı,
Tatile çıkmadan önceki gece heyecandan uyuyamadigim gunleri,
Lunaparka gittiğimizde 5 şeye binme hakkımız olduğundan yolboyu kardeşimle neye binsek acaba diye derin derin tartıştığımız günleri,
Milli bayramlarda küçücük ellerimizde tuttuğumuz bayrakları heyecanla sallayarak diğer abi ve ablalarımızı izlediğimiz günleri çok sevdim...
Hic sevmedim ben,
Kürt böreği almaya gittiğimde börekçinin bana ters ters bakarak "onun adı sade börek" demesini,
"Sen bizdensin o zaman" diye cümle kurabilecek kadar küstah olan insanı,
"Amaan bosver canim, müslüman bile değil o" diyeni,
Hava karardığında toplu taşıma kullanayım da taksiye tek binmeyeyim diye düşündürenleri,
Minibüste tek kadın olduğumda korkmamı sağlayanları,
Etek giydimde yanıma gelerek "ama sen yanacaksın" diyen o kadını,
Restoranda yemeğe besmele ile başlayıp yanına gelen aç kediye tekme atan adamı,
Kalabalık yerlerde acaba bombalanır mı diyen iç sesimi sevmedim...
Dinine mezhebine ırkına rengine göre insan sınıflandıranları sevmedim.
Korkunun, hayallerin önüne geçtiği, hayatların hiç olarak görüldüğü, insanların ancak içinden çığlık atabildiği bugünleri de sevmedim.
Zaman ilerlerken geriye dönme isteğimi, arkama bile bakmadan gitme arzumu ve buna mecbur bırakanları hiç ama hiç sevmedim.
Ama en çok ta ölümü gencecik bedenlere layık görenler sizi hiç sevmedim ben...

18 Ağustos 2015 Salı

Kimse Bilmez...


Sessizliktir bazen verilebilecek en güzel cevap.  Ve bazen susarsın, dinlersin, bir bakmışsın seni hiç görmemiş ve belki asla göremeyecek biri seni anlatmış...  İşte o zaman, aç pencereni sonuna kadar, otur karşısına, havayı solu en derinine kadar, kapat gözlerini, arkana yaslan ve kaybol...

Biri çıkar "Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?" der ve sen kaybolursun...

Sevgiyle...

28 Temmuz 2015 Salı

Neler Oluyor?


Neler oluyor bize?  Havada oksijenden daha çok nefret var fakında mısınız?  Sevgiye ne oldu?  Peki ya saygı?  İnsan değeri?  Nereye gitti tüm bunlar?  Neden korkuyoruz böyle, ne için nefret ediyoruz birbirimizden, bu tahammülsüzlüğün kaynağı nedir?  Kor gibi yanıyoruz için için.  Acılarımızı paylaşamaz olduk artık.  Herkesin çektiği kendine düşüncesi hakim olmuş gidiyor.  Kıyamet gününden evvel herkes kendi için savaşır hale gelmiş.  Gülemiyoruz fark ettiniz mi?  Gülecek kadar aralık yok artık.  Espri yapacak kadar, güzel bir şarkı paylaşacak kadar duraklamıyoruz.  Hep bir suçluluk duygusu.  Deprem sonrası gibi yıkık dökük kalpler.  Toparlanamaz gibiler.  Enkazdan neler çıkacak diye korkuyoruz resmen.  Nefret ediyoruz birbirimizden.  Farklılıklar çeşitlilik demek değil artık, adeta tahammülsüzlük sebebi.  Gri yok artık hayatlarımızda.  Sadece siyah yada beyaz olmak zorunda.  Buna zorlanıyoruz.  zorlandıkça korkuyor, korktukça agresifleşiyoruz, agresifleştikçe kimin canını yaktığımız önemsizleşiyor.

Biz 'Gel, gel ne olursan ol, yine gel' ile büyütülmedik mi?  Yok etmek bir yana dursun, 'komşusu açken tok yatan bizden değil' di hani?  Ne çabuk unuttuk, nasıl unutturdular?  Bunlar daha başlangıç mı, yoksa bitiş çizgisinin eşiğinde miyiz bunu bile bilemiyoruz, yazık!

Korku, kin, nefret, eleştiri, önyargı klavuzumuz olmuş adeta.  Silkelensek geçer mi?  Uyansak sona erer mi?  Sevgiyi bulmak, ona koşmak ne kadar zor?  Dahası herkes ilerlerken, biz neden geçmişe özlem duymak zorunda bırakılıyoruz ki?

Farklılıklar güzeldir.  Farklılık oldukça çoğalır, öğrenirsin.  Daha önce de söylemiştim gökkuşağı tek renk olsa bu denli harika olur muydu?  Gökyüzünde tek bir yıldız olsa seni böylesine büyüleyebilir miydi?  Unutma, belki dünyayı değiştiremezsin ama farklılık yaratabilirsin...

Sevgiyle okuyucu.  İnan derinlerde bir yerlerde çokça mevcut...

23 Temmuz 2015 Perşembe

Düğün ve Cenaze...

Hayat tuhaf. Bir gun once +1 olduguna sevinirken, bir gun sonrasi bir bakmissin -1 sin. Bir gun once kahkahalar atarken, bir gun sonrasi gozyaslari ele gecirmis seni. Ama her seye ragmen gulmeye devam ediyorsun, buna programlanmissin. Biliyorsun ki, umutsuzluga bir kez yenilirsen, sonrasi hep mutsuzluk. Kökünü kurutan yabani ot gibi sarip sarmalamis seni. Biliyorsun ki, gulmeye devam edebildikce varsin, guldukce sensin. Dedim ya hayat tuhaf. Bugun canim cicim dediklerinin cogu, bes sene sonra hayatinda olmayacak belki ve belki, en yalniz oldugunu dusundugun ve en ummadigin anda, bir gulumseme ile yesereceksin. "Bittim", dediginde yeniden baslayacak nedenlerin olacak. Her sonun bir baslangic oldugunu anlayacaksin. Bileceksin ki, amazonlarda kanat cirpan kelebek, amerikada yagmur yagdirabilecek gucte ve, makinenin tum o kucuk parcalari, sen tam olarak olman gereken yerde, olman gereken zamanda bulun diye durmaksizin calisiyor olacak. Bileceksin ki, evren aslinda seni cok seviyor. Kayiplarin aslinda kayip olmayacak bir sure sonra. Hayatina kattiklarina sukredeceksin. Ölümle bile barisacaksin. Sukredeceksin, minnet duyacaksin hayatina girenlere ve sana yasattiklari sevgiye. Ve uzulsende yola devam edeceksin. Evren sana en dogruyu gostersin diye. Bileceksin ki hayat devam ediyor. Sonra var gucunle devam edeceksin yola, ve hep umacaksin. Her sey dogru yerde ve dogru zamanda olsun diye. Hep +1 olmak umidi ile...

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Mini Kaçış

Kaçacaksın bazen.  Yalnız kalacaksın.  Doğa ile baş başa olacaksın.  Delicesine özlediğin sevgilinmiş gibi sarılacaksın, huzuru, neşeyi, sükuneti, dinginliği ve güzellikleri onda bulacaksın.  Sen susacaksın bazen, dinleyeceksin.  Geçmişe gideceksin, bugün ile kıyaslayacaksın.  Arada nasıl değiştiğine şahit olacaksın.  Neler kaybettiğini ve kazandığını göreceksin.

Ben kaçtım.  Hem eğlendim, hem dinlendim, hem de duygulandım.



Sizin hayatınızda sekiz senede neler değişti?  Ben hemen hemen her şeyi yenilemişim meğer.  Başta kendimi.  İyi de yapmışım.  Onu da farkettim.  Doğaya ait olduğumu ve bunun önüne kimsenin geçemeyeceğini anladım yine.  Sonra torunum geldi.  kocaman olmuş, onu sevdim.  Şuncacıktı ;
                           

Artık bu kadar olmuş ;

Dediğim gibi, bazen susmak en büyük itirafları beraberinde getirir.  Zaman en büyük değişimlerin sebebidir.  Ve doğa, seni kendine getiren mucizedir...

Haa bu arada unutmadan, saçıma da hep istediğim gibi bir tutam yeşil ekletiverdim.


Son olarak sevgili okuyucu, Hayallerini hırslarına kurban etme.  Bırak betondan hayaller kursun diğerleri, sen minicik şeylerle mutlu ol, geri çekil ve izle.  Gör bak bakalım esas zengin kim?

Sevgiyle,

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Bugün Kahraman Olmaya Ne Dersin?

Merhaba Okuyucu,

Bu yazıda biraz daha farklı olmak istiyorum.  Beni tanıyanlar bilir, tüm canlılara saygı duyarım.  Hayvanları korur ve kollarım elimden geldiğince.  Onlara zarar vermeye çalışanlar en büyük düşmanlarım arasındadır.  Hayvan sevmeyen insan da sevmez mantığına sıkı sıkı sarılmışımdır.  "Aman bana ne, beni ilgilendirmez sonuçta" mantığına inanılmaz uzaktayım.  Dahası bilirim ki, Afrika'da kanat çırpan bir kelebek, Amerika'da fırtına yaratır.  Bugün de Afrika'da soyu tükenmekte olan gergedanları yazmak istedim ve hayatını onları korumaya adayanları.  Yalnız şimdiden uyarayım, az önce belirttiğim "Aman bana ne ki" mantığında isen, yazının buradan sonrası seni pek sarmayacak ama bence zaman ayır ve oku lütfen.  Zira aynı dünyayı paylaşıyoruz ve tükenmekte olan bir canlının yurdu olmaz.


Resimdeki yakışıklı bey, Charles Summerfield.  Kendisi Afrika'da yaşayan bir sanatçı.  Tanınan, bilinen ve hayranlık duyulan biri.  Harikadır ki diğer insanların aksine bu özelliklerini birşeyler yapmak adına kullanıyor.  Güzel şeyler.  Gergedanların soyunun tükenmemesi adına gerçek bir savaş veriyor.  Ve dahası bunu karşılık beklemeden yapıyor.  Senin ve benim dahil olduğumuz dünya için.  Gergedanların türlerinin tehlike olma sebebi insanlar.  Ne sürpriz değil mi?  Maalesef değil.  İnsanlar! (bunu yazarken inan emin olamıyorum) gergedanları neden öldürüyor biliyor musun?  Canlı haldeki hayvanın boynuzunu koparmak için!  Boynuzlarının afrodizyak etkisi olduğunu düşünüyorlar.  Eşi veya sevgilisi ile aksiyon alabilmek için gergedan boynuzundan medet uman zavallılar yüzünden o canlılar işkence ile ölüyor.     

         

Dünya bunun karşısında ne mi yapıyor?  Elbette hemen hemen hiçbir şey.  Düşün aniden evine gelecekler, ailen ve sevdiklerinle birlikte normal bir şekilde yaşarken ve dahası canlıyken burnunu kesip, seni ölüme terk edecekler.  Ne vahşet!  Çoğunuz bunları bilmezsiniz haklısınız çünkü kimse bu vahşete karşı ağzını dahi açmıyor.  Charles ve beraber çalıştığı o iyi yürekli insanlar hariç.  Onlar savaşıyorlar.  Onlar farkında ve bu farkındalığı arttırmak için didiniyorlar.  Ben ne yapabilirim diyorsan, ufak bağışlarda bulunabilirsin mesela. Charles eğlenceli bir şarkı yaptı bu canları kurtarmak adına; http://charliesurj.com/shop/download/  linkinden indirebilirsin.  Şarkının Türkiye fiyatı yaklaşık 2 dolar.  Bu miktar tamamen bu canlıların kurtarılması için harcanıyor.  


Bugün birşey yapmak ve kendi kahramanını yaratmak istiyorsan sen de harekete geç.  Vahşete dur de ve bilinçlen.  Vahşetin türü olmaz, olamaz çünkü.  Bilip susmak, en büyük yardımdır unutma.  Elbette herkes maddi yardım yapacak diye birşey yok.  Ancak farkındalık yaratabilmek te mesele.  Sende bu hareketin parçası ol.  

Detaylı bilgi için : www.charliesurj.com adresini ziyaret edebilirsin.  
Şarkıyı indirmek istersen ; http://charliesurj.com/shop/download/ linkine tıklayabilirsin.
Dikkat çekmek istersen de eline yada herhangi bir şeye :) #stopkillingrhinos yazıp, Charles'ı etiketleyip, instagram yada twitter hesabında paylaşabilirsin.  Charles farkettiğinde derhal paylaşım yapar merak etme ;) Ayrıca Charles ve gergedanları sosyal medyada takip etmek istersen ;

Son olarak, Türkiye'deki koruyucu melekler için Charles bir sürpriz hazırladı.  Size Türkçe seslenmek istedi ve kendisi ile minik bir şey hazırladık.



Haydi bugün kahraman ol ve ait olduğun dünya için bir şey yap.

Sevgiyle okuyucu,



22 Haziran 2015 Pazartesi

Deep Not... Hadi Çıldıralım...


  • Hadi Hep beraber bir olup, Game of Thrones'un yazarı George R.R. Martin'i öldürelim.  Bu dertte burada bitsin.
  • Biscolata reklamlarına ne oldu ya?  Devamı yok mu?  Serinin devamını merakla bekliyoruz.
  • Başak Dizer'in hesabını hackleyen kişi, sana seslenmek istiyorum; hayatımdan 1 saati zehir ettin, benim gibi kaç kızın ahını aldın, ne beddualar edildi sana haberin var mı?  O değil de şimdi senin yüzünden "el alemin alay konusu olduk, hadi evlenelim bari" derlerse, Fuat Avni olsan bulurum seni.  Net!.
  • Tavsiye : Kötü bir gün geçirdiğinizi düşünüyorsanız hatırlayın, milyonlarca kişi vücudunda eski sevgilisi yada eşinin dövmesi ile dolaşıyor.  Beterin beteri var.
  • Hatırlatma : Size telefonumdan bir resim gösteriyorsam, ekranı sağa sürüklemeyin, sola da sürüklemeyin, sadece o resme bakın lütfen.
  • Küçük bir not : Eğer önünüzden kara kedi geçiyorsa bu hayvanacağız bir yere gidiyor demektir.  Fazla şeyetmemek lazım.
  • Tavsiye 2 : Eğer birini seviyorsanız onu rahat bırakın.  Döner gelirse başka kimse istememiş demektir, bir daha bırakın.
  • Sevgili Dominos, tamam, kabul, güzel zamanlarımız oldu.  İnkar etmiyorum, sayende Mükemmel hissettiğim anlar oldu ama bu ilişki bana zarar vermeye başladı.  Artık diyetteyim.  Bunu kabul et ve bana mesaj göndermekten vazgeç lütfen.  Sorun sende değil tamamen bende...
  • Kesin Bilgi : Artık hiçbirimiz eskisi gibi değiliz.  Yayalım!
  • Kesin Bilgi 2 : Hepimizin sırları var.  Mümkünse yaymayalım!
  • Birine mesaj yazarken eş zamanlı mimik yapıyorum.  Karşı tarafın beni görmediğinin farkındayım. Bunun üzerinde çalışıyorum.
  • Sevmediğim tüm insanlara sesleniyorum: Kendiniz ile ilgili nefret ettiğiniz tüm özelliklerinize hayranım.
  • Küçük bir hediye; https://www.youtube.com/watch?v=pXJysswyIFo . Rica ederim ;)
  • Çin'de Yulin festivali kapsamında 10000 lerce kedi köpek, canlı canlı yakılarak, kaynatılarak ve derisi yüzülerek öldürüldü.  Bunu duyup ta bana "aman bizde burda inekleri kesiyoruz" diyenleri pişman ettim.  Sonradan bu repliği söyleme cesaretinde bulunacakları şimdiden uyarıyorum.  Lütfen yapmayın.  Beyin yani, verilmiş, arada bir kullanın, paslanmasın!
  • Bugün canımın içi Eduardo Serio nam-ı diğer Black Jaguar White Tiger 'ın doğum günü.  birlikte nice senelere kuzum.  Her ne kadar bu yazdıklarımı anlamayacak olsan da, varsın bilme yani.  Seviliyorsun, önemli olan da bu...
Sevgiyle ;)









12 Haziran 2015 Cuma

Minik Şeytanlar...

Siz hiç nefret ettiniz mi?

Nefret, ne kadar güçlü bir kelime.  Ne duygular, ne kalp kırıklıkları, ne hüzünler, ne umutsuzluklar barındırıyor içinde.  Bu kelimeyi tam anlamıyla hissedene dek neler yaşar o insan?

Nefret etmezdim ben, kısa, çok kısa süre öncesine dek.  Tanıdığım herkes "sevgi pıtırcığı" veya "gülen bayan" dediler bana.  Böyleydi evet.  Hala da öyle ama araya başka duygular da karışabiliyor.  Nefret ettiklerim kimler biliyor musun?

Örümcek beyinlilerden, yaptığın iyilikleri, hiç olmamışcasına görmezden gelenlerden, en değerli şey olan zamanının boş yere çalmışlardan, adalet duygusu gelişmemişlerden, "ben güçlüyüm" diyerek, karşısındakini ezmeye çalışanlardan, hadsiz insanlardan, ilk anlaşmazlıkta, durup düşünmek yerine kendini ortaya "ben haklıyım" diye atanlardan, yol yordam nedir bilmezlerden, içi çürümüşlerden, fesatlardan, mevsimlik arkadaşlardan, şeytanın minik yardımcılarından, sevgi duygusunu tadamamışlardan nefret ederim.

Sevdiğim şeyler de var elbet.  Nefret ettiklerimi, hayatımdan gözümü dahi kırpmadan çıkarabilme yeteneğime hayranım mesela.  Saniyenin 10'da 1'i hızda soğuma yeteneğime bayılıyorum örneğin.

Nefret ettirmediğin, sevgiyi sınırsızca ve sonsuzlukla sergileyebildiğin insanlara sıkı sıkı sarıl.  Bırakma onları.  Haftalarca ve hatta aylarca görüşemesen de, orada bir yerde olduğunu bildiklerini en kıymetli varlığın haline getir.  Samimi olanları ayrı bir sakla ama.  Konuşurken "acaba" demediklerini ne yap, ne et, tut hayatında.  Eğer bu dünyaya bir daha başka bir bedende geleceğine inanmıyorsan tek şansın var demektir.  Koru sevdiklerini ve defet nefret ettiklerini.

Bırak, kalanlar yeşillik olarak devam etsinler kendi hayatlarına.  Seninkine etki etmelerine asla izin verme.

Sevgiyle kal okuyucu, sevgiyle...


1 Haziran 2015 Pazartesi

Canım istedi...

Canim oyle istedi sevdim. Canim oyle istedi kendi nedenlerimi yaratip, karsimdakinden nefret ettim.
Canim oyle istedi acaba sesim nasil, acaba insanlar hoslanmaz mi korkusu yasamadan bagira bagira sarki soyledim.
Canim istedi yurudum saatlerce, canim istedi kostum. Canim istedi gunlerce evden cikmadim.
Canim istedi en iyi arkadasim kedi, kopek yada karga oldu bir sure.
Canim istedi en olmadik yerde super espriler yaparak kendimi zorda birakma pahasina da olsa eglendim.
Canim istedi denizde buldum ozgurluk hissini, kactim gittim bir kac gunlugune.
Canim istedi kahkaha attim. Kim ne dusunur diye dusunmedim hic.
Canim istedi cimenlerde ciplak ayakla yurudum, canim istedi kumsalda sabaha kadar oturdum.
Canim istedi karsimdakiyle eglenmek adina benimle alay etmesine izin verdim. Esas akillinin kendisi oldugunu dusunmesini sagladim.
Canim istedi en derin sirlarimi paylastim, canim istedi en derinime sakladim.
Canim istedi yetistirmem gereken isleri sarkittim, canim istedi bos vaktimde bir projede gonullu oldum, deliler gibi calistim.
Canim istedi itiraf ettim, canim istedi susmayi tercih ettim.
Canim istedi eglendim, canim istedi eglendirdim.
Canim istedi en onde oldum, canim istedi hayalet kesildim. Kimseler goremedi beni.
Canim istedi cok degisik gorundu insanlara hareketlerim, canim istedi kabul goren davranislar sergiledim.
Canim istedi kalbimi dumenim yaptim, canim istedi beynimi komutaya gecirdim.
Canim istedi istedigimi aldim, sonra aldigim seyi istememis oldugumu farkettim, hemen vazgectim.
Canim istedi oyunu kuralina gore oynadim, canim istedi kural tanimadim.
Canim istedi ilgilendim, cok ilgilendim, canim istedi buz kestim.
Canim istedi yeni tanistigimla can ciger oldum, canim istedi en yakinima yabanci oldum.
Canim istedi yazdim, canim istedi okudum.
Canim istedi aydinlandim, canim istedi aydinlattim.
Canim istedi gozlerimi kapatmayi tercih ettim, canim istedi tum detaylara hakim oldum.
Mesela bugun canim istedi, sahilde kayaliklarin uzerinde bu yaziyi yazdim.
Hadi bugun sen de caninin istedigini yap... Inan bana cok iyi gelecek...

Sevgiyle...

26 Mayıs 2015 Salı

Deep Not... 3


  • Blog işini savsaklamaya başladım.  Hevesimi almaya başladım.  Bu hemen hemen her konuda böyle bende.  Tehlikeli! Çok tehlikeli! Derken bugün bir baktım günlük okumam 1.654 olmuş.  Neden olmuş, nasıl olmuş bilmem ama okuyanları sevgiyle selamlarım.  Anlatmayı severim, anlaşıldığımdaysa epey mutlu olurum.  Teşekkürler aynı frekansta olduğum insanlar ;)
  • Allah kimseyi Bülent Ersoy gözlüğü takacak kadar çaresiz duruma düşürmesin.  Dinimiz amin!
  • Bir kez daha anladım.  Hayatını bina gibi tasarlayamıyorsun.  Hayat o şekilde işlemiyor.  Sen yaşayacaksın, o kendini tasarlayacak.  Net!
  • Arka bahçedeki cırcır böceklerinin akşamları çıkardıkları ses, evrenin bana "mutlu ol" deme şeklidir.
  • Camın önüne ekmek koyarak serçe, güvercin beslemeye başlama çalışmalarımın sonucu, eğitilmiş kargalar oldu.  Her sabah 09:30'da cama vuruyorlar.  Hemen kalkıp yemeklerini hazırlıyorum.  Durum ürkünç bir hal almaya başladı.  Bu durumda kim kimi koşullandırıyor onu da bilemedim.  Pavlov'un köpeği Maltepe'den bildirdi.
  • Seçim arabaları berbat müzikleri ile dehşet saçmaya hız kesmeden devam ediyorlar.
  • Banyodaki musluk bozuldu.  Gelen tesisatçı amca "Hemen test edelim, musluğun açılışı için de gelebilirler" dedi.  Hayata bakışım bir kez daha değişti.
  • Su sebillerinin soğuk tarafının aktif olarak kullanılmaya başladığı günlere hoşgeldiniz.
  • Hiç çalışmadan para kazanmak ister misiniz?  İstersiniz tabii ama öyle olmuyor işte.
  • Bazı insanlara vermek istediğim ders 2 : Sakız nedir, nasıl çiğnenir?!!!
  • Şu sıralar beni en çok ümitlendiren kişi: Kaave Falı uygulamasındaki teyze.  Sağol teyze, var ol teyze.  
  • Şu sıra çevremdeki kimse evlenmiyor.  Düğün daveti de almadım.  Bu işte bi terslik var, bu işte bi terslik var...
  • Konuşmasam da orada olduğunu bildiğim kişiler: seviyorum sizi. (kalp simgesi)
  • Yeğenime yemek yedirmek için sürekli Pepe dinletiyoruz.  Oradan öğrendim, Pepe'nin bisikletinin adı "İttir Git!" benim içim mi fesat acaba?
  • Ütü yapmam gereken zamanlarda uyuyor taklidi yaptığım doğrudur.
  • Buzluktaki maraş dondurmasına karşı açtığım irade savaşında 2. günü de geride bırakmış bulunmaktayım.
  • Haftanı sözü : "Herhangi bir gün sokak kapınızdan adımınızı atarsınız ve tüm hayatınız  sonsuza kadar değişebilir. Evrenin bir planı vardır ve o plan her zaman hareket halindedir. Bir kelebek kanatlarını çırpar ve yağmur yağmaya başlar. Korkutucu bir düşünce olsa da, aynı zamanda harikadır da. Makinenin tüm o küçük parçaları, siz tam olarak olmanız gereken yerde, tam olarak olmanız gereken zamanda bulunun diye sürekli çalışır. Doğru yerde, doğru zamanda."
Sevgiyle,


24 Mayıs 2015 Pazar

Ve hayat


Bazen yorgun olursun kendini ifade etmek için.  İstemezsin belki, belki de karşındakine anlatamayacağını anlarsın, teslim olursun.  O zamanlarda sadece sus ve dinle!  Ben dinliyorum, ve bak, nasıl da güzel söylüyor...

Bırak arada sırada seni hiç tanımamış ve muhtemelen de asla tanımayacak biri anlatsın seni.  Arkana yaslan ve tadını çıkar.  Kendini dinle.  Sen'i dinle.  Anlatma biraz, dert etme biraz, ispat etmeye çalışma biraz, yeri gelsin sevilme biraz, ne olabilir, sen sev kendini, yetmez mi?

Kendinle kal arada bir.  Tüm gün takmak zorunda olduğun maskenden sıyrıl arada bir.  Kendi kendineyken asla ihtiyacın olmayacak zaten buna.  Kendi kendineyken kapat beynindeki sesleri.  Konuşma biraz.  İtiraz etme, kendinle mücadele etme. Bırak biraz.  Yaslan arkana ve keyfini çıkar.

Dünya yıkılsa anlamazlar!  Anlatma, sus ve dinle!  Tadını çıkar...  Zamanın varken tadını çıkar...  Sen sev kendini, bak gör nasıl da yetecek...

Sevgiyle,



19 Mayıs 2015 Salı

30 senelik uyku...

Değişiyorum, farklıyım artık, bunu tüm kalbimle ve ruhumla hissediyorum.  Ve en önemlisi bu hoşuma gidiyor.  Algılarım daha açık artık, daha net görüyorum, daha enerjiğim.  Daha bi ben oldum.  Sen'i daha iyi görebilen ben.  Duygularımın kölesi, mantığımın yardımcısıyım.  Sorumsuzca ve bazen büyük risklerle.  Yepyeni başlangıçlara, yepyeni hayallere, yepyeni dünyalara yapılacak keşiflerin kaptanıyım.  Doğanın seslerinde kayboluyorum artık.  Belki bir cırcır böceğinin namelerinde buluyorum huzuru, belki yağmur damlalarının melodisinde.  Yazıyorum mesela, umarsızca, düşünmeden, hesaplamadan ve belki hadsizce.  İnsanların hayalleri betondan yapılar üzerine kuruluyken, ben çıplak ayakla kumsalda yürüyorum.  Biliyorum çünkü, bu mutlu ediyor beni.  Tanıdıkları Ben'den memnun olmayıp, kendi hayallerindeki Ben'i yaratmaya çalışanlardan uzaktayım artık.  Onların niyeti belli, zihinlerinde yarattıkları Ben ile mutlu olmak!  Daha kararlıyım, küstahça kendinden emin olan, özgüvenini gereksiz şekilde şişirmişlerden uzakta, daha bir rahatım.  Planlarım da var.  Huzuru bulduğum kimseler ve mekanlar yoldaşlarım olacak.  Cümlelerim değil belki ama, gözlerim feryat edecek artık.  Bak buradayım!  Ne kadar toplu taşıma aracı varsa hepsine binerek, küçük şehir turu yapacağım.  Kendi yaşadığım şehirde turist olacağım ara sıra.  Vapura binip sıcacık simit alıp, martılara ikram edeceğim.  Senelerdir bana yaşattıkları görsel hazza teşekkür edeceğim.  Şu yabancı misafirleri götürdüğüm Topkapı Sarayı'nın denize bakan yeşil bahçesinde bu kez kendimi kaybedeceğim.  Kendime odaklanacağım!  İçime, en derinime.  Senelerdir eften püften şeyler için yorduğum ve sıktığım ruhumdan özür dileyeceğim.  Aslında olay basit, biraz farkında olup, biraz yaşamayı bileceğim.

Diyeceğim o ki, ben uyanıyorum artık.  Ve 30 senelik uykumun rehavetini kenara bırakıyorum.

Tavsiye ederim.

Sevgiyle.

17 Mayıs 2015 Pazar

Ve Sonra Siz Geldiniz...

Kendi hayatımı yaşıyordum ben.  Kardeşim bile koca adam olmuş, ben desen 30'a gelmişim, annem desen zaten evin dümeni.  Kendi hayatımızı sürüyorduk, gidişat belliydi, sonra siz çıkageldiniz.  Geçen seneye kadar yaşamadığım duygular yaşattınız bana.  Saflığınız, o küçücük bedeninizde taşıdığınız masumiyet, bir tek gülüşünüzle bulunduğunuz ortamda yarattığınız o güzel enerji ve aydınlanma...  Hayata karşı tavrım belliyken siz geldiniz.  Bir senede olgunlaştırdınız beni.  Doğduğunuz gün, sıradan başlayan günü, ancak siz böyle mükemmel kılabilirdiniz.  Ve yaptınız.
 

                           

Ve sonra siz geldiniz.  Daha düne kadar en fazla abla olabilmiş ben'i, teyze yaptınız.  Ne karmaşık duygular içindeydim sizi kucağıma aldığım o an.  Ne müthiş bir duyguydu.  Nasıl bize bu kadar muhtaç haldeyken, sizi görmeye bu kadar muhtaç edebilirdiniz ki?  Konuşmadan, mimiksiz, boş boş bakan o hallerinizle, nasıl aşık edebildiniz beni kendinize?  Ve dahası, ben bunu yazarken dahi nasıl oluyor da duygulanıyorum.  Siz benim küçük büyücülerimsiniz.  Daha adımı telaffuz edemeden aklımdan çıkmayan minik tavşanlarımsınız.  Annenizin, babanızın her paylaştığı fotoğrafınızla beni daha bir büyülediniz siz.  Kendi özgür irademle, sizin karşınızda, sırf bir lokma yemek yiyebilin diye maymun olmak bile mutlu eder oldu beni.  Hiç aşk mektubu yazmadım ben bu yaşa dek.  Hiç kimsenin fotoğrafına uzun uzun bakmadım.  Beni sevdiğinden emin olmadan, kimseye onu sevdiğimi bile söylemedim.  Siz hariç.  Siz beni farklı kılan, en zayıf noktam oldunuz.  En güçlü, ama en zayıf yanım.  Zaman benim için en değerli şeyken, sizin bana sesleneceğiniz günleri iple çeker oldum.  Sizi her gördüğümde insan yanım ortaya çıkıyor.  En saf duygularımın tercümanısınız siz.

Ben kendi hayatımı yaşıyordum, sonra siz geldiniz.  İyi ki geldiniz.  Sizden önce ne yapıyordum bilmiyorum ama sizden sonra nasıl aşık olabildiğimi biliyorum artık...

Minik yeğenlerim Ata Alkan & Irmak Yaren'e...


13 Mayıs 2015 Çarşamba

SOrMA. Özür Dilerim...

Vicdan azabı yaşıyorum.  Geçen sene eve geldiğimde haberlerde gördüm sizi.  Öncesinde Soma adını duymamıştım bile.  Özür dilerim hepinizden.

Doğalgaz kullanıyoruz biz.  Çalışıyoruz, günlük işlere kaptırdık kendimizi.  Hayatın koşuşturmasında biz sizi ve çektiklerinizi hiç fark etmedik.  Edemedik.  Siz ve yaşadıklarınız hiç gündemimiz olmadı bizim.  Ta ki siz ölene dek.  Evinize bir kap yemek götürmek için, çocuklarınız gün ışığında çalışabilsin diye okutabilmek için, sizin yaşayamadıklarınızı yaşamaları için yer altında ömür çürüttünüz.  Anlamadık.  Canlı canlı toprağa gömüldünüz, boğuldunuz içeride.  Yürekleri yandı annelerinizin, babalarınızın, evlatlarınızın, eşlerinizin.  Bizim de yandı.  Ağladım arkanızdan.  Çok ağladım.  Dile kolay 301 hayat, 301 aile, 301 insan, hiç insanca olmayan bir şekilde öldünüz.  Bizim için çalışırken öldünüz.  Yetmedi!.  Hakkınızı arayan akrabalarınız tekmelendi.  Sizin ölümünüzden sorumlu olanlar "asıl mağdur biziz!" diye açıklama yaptılar, sizlerden ve canlarınızdan sorumlu olan bakan çıkıp, "siz benim ne çektiğimi biliyor musunuz, ben iki gündür aynı gömleği giyiyorum!" dedi.  Biz dinledik.  Çıldırdık.  Delirdik, içimiz yandı... Sonra öğrendik meğer kurtarılabilirmişsiniz biliyor musunuz?   Sizin çalıştığınız maden ocaklarının denetimi için önerge sunulmuş, ancak sizler hayata gözlerinizi yummadan 20 gün önce reddedilmiş!




Şimdi bir sene geçti üzerinden...

Karanlık günlere doğru yol aldığımız koca bir sene geçti.  Bakan hala aynı bakan, istifa etmedi!.  Sizin acılı akrabalarınızı tekmeleyen o adam! tekme atan ayağını incittiği için doktor raporu aldı, terfi ettirdiler birde. Ardınızdan onlarca işçi, insan gibi şartlar sağlanmadığı için öldüler yine.  Topraktan çıkardılar sizi, sonra tekrar toprağa gömdüler!

Hakkınızı helal edin diyemem, utanırım.  Allah sevdiklerinizin, ailelerinizin yardımcısı olsun.  Sizden haber alana kadar yaşadıkları o acı, heyecan ve az da olsa içlerinde sakladıkları umut ve sonrasında yaşadıklarının hepsi, sorumlulardan çıkacak.  Karma ve ilahi adalet var, inanıyorum, inanmasam deliririm çünkü.

Utanıyorum bunları yazarken, hepinizin mekanı cennet olsun.  Ruhlarınız şad olsun.  Yolunuz o göremediğiniz ışıklarla aydınlansın.

Hakkınızı helal edin.


12 Mayıs 2015 Salı

Truman Show

Truman Show 1998 yapımı, baş rolünde Jim Carrey'in oynadığı güzel bir film.  İzlememiş olanlar için konusu; Truman Burbank, kartpostalları aratmayacak güzellikte bir adada yaşamaktadır.  Truman'ın yaşamı gerçek sandığı bu stüdyolarda tam otuz yıldır, aralıksız olarak, 24 saat boyunca canlı olarak televizyonda yayınlanmaktadır.  Ancak Truman dışında herkes bunun bir oyun olduğunu bilir.

Son zamanlarda ciddi ciddi hayatımın Truman Show gibi olduğunu düşünmeye başladım.  Ben hariç herkes aktör / aktris.  Aydınlanma yaşadım böyle düşününce.  Bak sende düşün, Truman aslında sensin.  İçinde yaşadığın hayat müthiş bir kurgu ve sen bunun bir parçasısın.  Ancak olaylardan kesinlikle haberin yok.  Bir düşün bak.  Şimdi yaşadığın tüm o saçmalıklar anlam kazanmaya başlayacak.  Aslında böyle saçma sapan olayların olduğu bir ülkede yaşamıyorsun.  Aslında tüm o kin, nefret, tutarsız açıklamalar, ölümler, haksızlıklar, sadece izlediğin o dizilerdeki gibi reyting uğruna yapılmış.  Aşağıdaki karelerin hiçbiri gerçek değil aslında.


  





Bak şimdi.  Nasıl komik değil mi olaylar?  Güzel yazmış yazan.  Ne yalan söyleyeyim ellerine sağlık.  Ancak son zamanlarda abartıyor gibi biraz.  Bu kadar ileri gitmesin, ne bileyim inandırıcılığını yitiriyor gibi.  İzleyen insanlar, "bu kadarı da fazla olmuş ama." diyebilirler.

Birde benim şu toplu ödemeyi alabilirsem artık.  Bunları 30 senedir yaşıyorum ben, hele son zamanlarda yaşadıklarım düşünülürse, faiziyle falan yapılmalı benim ödemem.  Ağır mobbing uygulanmış bana hayatım boyunca.  Çoğu insan bunlara tahammül edemez.

Teşekkürler, izleyici kitlem, teşekkürler yazan, teşekkürler yöneten.  Bunun bir TV programı olduğunu bilmesem, ülkece kafayı yemişiz derdim.  Rahatım artık.

Öpüyorum hepinizi,

Sevgiyle,

10 Mayıs 2015 Pazar

Dua...

                                    Allah'ım,



Ne olur artık birinin ölümüne üzülecek kadar kendimi kaybettirme bana.  Artık kötülükler iyiliklerin önüne geçmesin, geçemesin.  İnsanlar, senin bile yaratıp, özgür irade ve düşünme yetisi verdiklerin üzerinde hak iddia etmesinler.  Gencecik insanlar, ansızın katledilmesin.  Düşünmenin, ifadenin, protestonun karşılığı ölüm olmasın.  Olamasın!  "Asmayalım da besleyelim mi?" gibi cümleler duymasın bu kulaklar.  Anneler, mahkemelerde, evlatlarının öldürülüşünü kerelerce izlemek zorunda kalmasın.  Düşüncesi, dili, dini farklı insanlar, ötekileştirilmesin.  İnsanlar, para karşılığı, düşüncelerini satmasın, aniden dönüş yapmasın.  En önemlisi, dünün nedeni, bugünün sonucu olmasın.

Allah'ım, hırsı, kötülüğü, nefreti, kini, vicdanının önüne geçmiş, kibirden ruhu körelmiş kimselerin ölümü karşısında sevinmemi sağlama.

Amin!!!


8 Mayıs 2015 Cuma

Kurtlar Vadisi mi, Kemal Sunal mı? Zeki Alasya Özel...

Kaliteli büyüdük biz, sabah programımızda Barış Manço vardı.  Adam olacak çocukları, ıspanak yeme yarışmasında izlerdik, tekrarı yoktu bizim için çoğu şeyin.  İzlemesem de olur, internetten izlerim yoktu.  Hayatın tekrarı olmadığını ve an'ı kaliteli kullanmayı belki bu yüzden bildik.  Mehmet Ali Erbil'in pantolon indirmesine değil, Kemal Sunal'a, Zeki Alasya'ya, Metin Akpınar'a, Halit Akçatepe'ye, Nejat Uygur'a güldük.   Güldük, gülerken düşündük.  Bize masalı bile Adile Teyzemiz anlatırdı.  İlk telefon çevirmeyi onun sayesinde öğrendim mesela ben :) 066.  Arardım, dinlerdim.  Rahmetli bana özel anlatıyor sanıyordum mesela, çok mutluydum.  Gülüyorduk biz, sizler güldürüyordunuz bizi.  Çok kaliteliydiniz, fazla kaliteli.  Kemal Sunal'ın "eşşoğleşşek" demesine kırılırdık biz.  Kötü değildi ki.  Şimdiki gibi Recep İvedik serisi gibi değildi sizin komediniz.  Sadece küfür ile güldürmezdiniz.  Hababam Sınıfı'nı hala izlerim.  İzledikçe gülerim, güldükçe sizi yad ederim.  Çocukluğumsunuz siz benim, görmeden sevdiklerimsiniz.  Her birinizin kaybında daha da artıyor üzüntüm.  İlk Barış Manço ile anlamıştım sizlerin bizi üzebileceğinizi.  Yengem haber vermişti bana.  Nasıl üzülmüştüm, nasıl böyle çabucak söyleyebilmişti bana öldüğünü, bilmiyormuydu seninle aramızdaki bağı?  Sen neler neler öğretmiştin bana oysa.  Ölümün karşısında ne yapılması gerektiğini de öğretseydin ya keşke.  Siz bilmezsiniz beni, bilemediniz elbet, ama siz benim amcalarım, dedelerim, daydaylarım oldunuz.  Yaşarken güldürdünüz, giderken ağlatıyorsunuz.  Çocukluğumu da beraberinizde götürüyorsunuz.  O güzel zamanları beraber yaşadığım büyüklerim ölüyorlar bir bir.  Çocukluğum gidiyor, anılarım, güzel günlerim, saflığım, sadeliğim, hepsi sizinle gidiyor.
Yokluğunuzla gelecek nesillere de acıyorum biliyor musunuz?  Yazık onlara.  Onlar Recep İvedik'le büyüyecekler mesela.  Yazık!.  Kurtlar Vadisi'nde sürekli insan öldürmenin gayet doğal olduğu mesajını alarak büyüyecekler.  Ama biliyor musun Kemal amca, adam öldürmenin, tecavüzcüsü ile evlenmenin, iki kardeşin aynı adama yada kadınla aşık olmasının normal kabul edildiği televizyonda, senin meşhur "eşek oğlu eşek" repliğin kesiliyor, onu uygunsuz buluyorlar mesela.  Tuhaf.  Zeki Amca, "Devekuşu Kabare"deki devekuşunun anlamını şimdi daha iyi anlıyorum.  Maalesef   kafalarımızı kumlara gömdük, gerçekleri başka yerden görmeyi umuyoruz.  Üzgünüm.  Keşke ölmeseydiniz, keşke sizi yakından tanıyabilseydim, keşke o günlere geri dönüp, çocukluğumu şişeleyip saklayabilsem.

Yaşarken güldürdünüz ama giderken hep ağlatıyorsunuz.

Yolunuz ışık olsun, bizim de o ışığa ihtiyacımız olacak.

Sevgiyle,

4 Mayıs 2015 Pazartesi

İş görüşmesi = Cehennem azabı

İşsizim.  Kendi tercihim değil.  Çalıştığım proje bitti, ortaklık yapan firmalar taslarını ve taraklarını toplayıp ait oldukları şehirlere gittiler.  Ben ortada kalakaldım.  Sonrasında durum ilişki durumuma eşitlendi ; Benim beğendiklerim beni beğenmedi, beni beğenenleri de ben beğenmedim.  Sonuç, yalnızlık.  İlk günler nasıl muhteşem, nasıl harika anlatamam ki, yazayım.  Aşk gibi, ama midem yerine tüm vücudumda kelebekler geziniyor.  Huzurluyum, mutluyum, bir dünya da tazminat almışım.  İlk iş yurtdışına çıktım.  Turistliğin dibine vurdum, o mekan senin bu mekan benim gezdim dolaştım.  Türkiye'ye döndüm, nasıl olsa işim yok ama param var (herkesin hayali) gezmem lazım.  Eeee benim bütün arkadaşlar çalışıyor, kiminle gezeceğim ben, tamam yaptım yalnız programımı, kendimle olan zamanımı doldurdum, bitti.  Şimdi arkadaş lazım.  "Hadi buluşalım" dediğimde cevaplar genelde "yorgunum", "işten geç çıkacağım", "dönüşümüz geç olur, erken yatmam lazım." şeklinde olmaya başlayınca anladım ki o döngüye geri dönme zamanı geldi.  Rahatlık, tek başına o kadar değerli değilmiş.  O halde gelsin mülakatlar. Vira bismillah!

İş görüşmesi yapanlar bilir, görüşmeye geç kalamazsın, biraz erken gitmen gerekir hatta.  Ama çok erken de gidemezsin, "iş görüşmesi yaptığım firmaların binalarında yaşıyorum, altı aydır evsizim ve hayatımı bu şekilde idame ettiriyorum" imajı verme olasılığın var.  Ama patron milleti seni bekletir.  Min.5, max. 50 dakika arası.  Bekletir, adam patrondur.  Başka açıklamaya gerek var mı? Genelde kapıda önce güvenliğe kimlik bilgilerini verirsin, sonra danışmaya ayrıca anlatırsın derdini, sonra senin yanında asık suratlı ama patron katına geldiğinde bildiğin melake kesilen kız gelir ve seni o yüce kata çıkarır.  Zaten özgeçmişin ellerindedir ama yetmez, birde iş başvuru formu doldurmanı isterler.  Lütfen bunun mantığını çözen beri gelsin, bişey deneyeceğim.  Formu doldurursun, annenin evlenmeden önceki kızlık soyadının ilk iki harfi hariç, tüm hayatını tekrar yazarsın forma.  En çok takıldığım bölüm, ilk okul not ortalamam mesela.  Pardon canım, neden lazım bu acaba?  Cidden soruyorum bak.  Yani akşam ne yediğimi sor, daha mantıklı gelir bana.  Sen n'apıcaksın benim ilkokul ortalamamı.  Dahası ben nasıl hatırlayayım onu?  Buna yazdığım belli, 5.  Sıkıysa ispat etsinler.  En sonda yazan soru zaten işin olup, olmayacağını karşı tarafın anladığı soru.  Net ücret beklentiniz nedir?  E haliyle en son aldığımdan biraz daha yukarısı olsun canım.  Ama şimdi fazla yazarsam, olacağı varsa da olmaz, az yazarsam, adamların gözünde çin malı vazo muamelesi görme ihtimalim var.  Adam, "bu işleri bu fiyata yapıyorsa kesin bir kusuru var" diye düşünecek.  Offff, söylesene bana ne kadar ücret düşündüğünü, kutu kutu pense oyunu gibi, aşağı yukarı pazarlık yapmasak, ben sana zaten ya "yok, o maaş değil, ortalama akşam yemeği ücreti" deyip yoluma giderim, yada beklentimin üzerinde olur ve yüzümde aydınlık ve engellenemez kocaman bir gülümseme oluşur, anlaşırız.  Neyse, ahirette bile muhtemelen sorulmayacak olan sorular tamamlandığına göre, firma sahibi yada yetkili kişi ile görüşmeye hazırsın.  Beş dakikalık geleneksel bekletme de bitti, yetkili geldi.  Ayağa kalk, elini sık ama narin olmayacak, fazla sıkı da olmayacak, hemen sıkıp elini çekmeyeceksin ama fazla uzun da tutmayacaksın.  Karşındaki ismini söylemiştir ama sen elini nasıl sıksam derdinde olduğundan, duymazsın bile.  Hoşgeldiniz, beş gittiniz muhabbetinden sonra, formda olmayan o klasik soru bombardımanı başlar.
 
  • En son işinizden neden ayrıldınız?  Her defasında firmayı taşıdılar, bana haber vermeyi unuttular yazmak istiyorum sonra şeytana başka zaman uyarım diyorum, vazgeçiyorum.
  •  "Kendiniz ile ilgili en sevdiğiniz özelliğiniz nedir?"  Canım ben kendime aşığım.  Cidden bak.  Halim, tavrım, konuşmam, saçım, başım, her şeyim mükemmel benim.  Yani hangisini sayayım ki sana.  İmkanım olsa, kendi kendime nikah kıyıcam ben, o derece.  Tabii bu cevap verilemeyeceğinden o klasik, her patronun duymayı istediği cevabı verirsin, "çok çalışkanım, çalışmaktan inanılmaz keyif alıyorum." hmmmm tabi canım, bi kere çalışmak güzel bişey olsa üzerine para vermezlerdi.  Her güzel şeye sen ödeme yaparsın unutma.  
  • "Peki kendinizle ilgili en sevmediğiniz özelliğiniz nedir?"  Henüz para basamıyor olmam, bu özelliğe sahip olamayışıma bildiğin gıcığım.  Dedikodu yapıp, arkadan "aman büyük konuşmayalım, başımıza gelir şimdi" deme huyuma da sinir oluyorum, saçlarım çok çabuk uzuyor sürekli boyatmam lazım ona da sinir olurum ama kalanıma bayılıyorum.  Demin de söyledim ya işte, aşığım ben kendime.  Tabii bunu da söylemeyeceğim için ikinci klasik yanıt gelir, ilkiyle aynıdır aslında ama patron bayılır buna " Çok çalışıyorum ve bu kadar iş kolik olmak çok mu iyi bilemiyorum, bir de her şeyi hemen tamamlamak için  fazla çaba gösteriyorum." sen bana ilk maaşı ver, gör bak üç günde bitmesi gerek o işleri ben üç günde nasıl da bitiriyorum.  Erken bitirmenin alemi ne, dimi ama?
  • "Neden burada çalışmak istiyorsunuz?" E para veriyorsun, yani vereceksin değil mi?
  • "En zayıf yönünüz nedir?" Yok şimdilik.  O yüzden iki aydır falan aç geziyorum ama az kaldı, iki aya kalmaz söyleyebilirim.  
  • "Düşündüğünüz maaş nedir?" E yazdım ama.  Bayağı bi kasıldım hatta yazarken.  Madem konuşacaktık, neden yazdırdın?  Sevmedim seni bak, haberin olsun.
  • "Bana kendinizden bahsedin." Özgeçmişim elinde, üzerinde daha on dakika önce yazdığım form var, yetmedi dimi?  Esra Erol'un evlendirme programında 3 senedir eş arayanlar bile bu kadar anlatmamıştır.  Daha ne istiyorsun, amacın ne? 
  • "Sizi neden işe alalım?" Bunu da mı ben söyleyeyim!!!
Senin düşündüklerinde tamamen alakasız, robota bağlamış şekilde verdiğin cevapların gibi onun da söyleyecekleri klasik aslında, son cümle de klasik; "Biz size geri dönüş yapacağız." Oldu canım, evet döneceksin sen bana.  Ben de çıkışta Brad Pitt'le kahve içicem zaten.

Ve en son çekmen gereken çile.  Çıkış sol tarafta mı, yoksa sağ tarafta mı ?

İş arayanlara bol şans, (genelde çıkış soldan bu arada)

Sevgiyle,







30 Nisan 2015 Perşembe

Sana Ne!

"Sana ne?"  Nasıl güzel bir cevap.  Özeline müdahale etmeye çalışanlara, saygısızlara, sınırını bilmeyenlere, hayata at gözlüğü eşliğinde gelmişlere ve bunu en mühim aksesuarlarıymışçasına kullanıp, sana da kullanman adına baskı yapanlara verilebilecek, en rahatlatıcı ve en kısa cevap.  Benim için acil çıkış kapısı.  Karşımdaki ile mantık çerçevesinde konuşamayacağımı hissettiğimde, bu cevabı veririm daima.  Kuvvetle muhtemel onunda buna verilebilecek cevabı yoktur zaten, susar, tartışma başlamadan biter.

Yazıyorum ben, rahatlamak adına, zaman geçirmek adına, kendimi mutlu etmek adına yazıyorum.  Paylaşıyorum hiç tanımadığım, muhtemelen de tanışmayacağım insanlarla. Benim gemim burası, kendi dümenimin başındayım ben.  İster Kuzeye çeviririm rotamı, ister Güneye.  Ben yazarım, sen değer verir, okursan, mutlu olurum.  Elbette görüş ayrılıklarımız olur, bundandır zaten, hepimizin ayrı beyin kullanıyor olması.  Yeri gelir beğenmezler yazıyı, farklı olur görüşleri, yorum yazarlar, bende saygı duyarım.  Lakin, hakarete tahammül etmem, edemem.  Twitter'da daha önce tanışmadığım birinin, okuduğu yazıya istinaden bana hakaret etmesini kaldıramam.  Ne kadar tanıyorsun ki sen beni?  Ne zaman karşılaştık seninle?  Ne gibi bir zarar verdim ben sana?  Benim hakkımda ne kadar fikir sahibisin?  Yazdığıma katılma, işte buna saygı duyarım ama fazlasına asla!  Sen siyahı sev, bırak ben beyazımla yaşayayım.  Hakaret ettiğinde çirkinsin çünkü, haksızsın, yaralamaya çalışırken beni, en derin yaralarından faydalanıyorsun.  Televizyon gibi düşün burayı, beğenmediysen geç git.  Kalma.  Ama çirkinleşme lütfen.  Buradan yazıp, yetmedi deyip, twitterdan, olmadı instagramdan, bu da yetmez bir de gazeteden yazayım deme.  Senin gibi çirkinleşmem ben, engellerin biter gider.  Fazlası olmazsın benim için, olamazsın.  Ne kadar tanıyorum ki seni üzüleyim.  Gerçi üzülürüm bak, sadece senin adına üzülürüm ama.  Yazık derim, şiddet onun yegane iletişim aracı olmuş, sözlerin en çirkinlerini, en bozuk olanlarını, en kırıcı olanlarını seçebiliyor, ancak bu, fazlası yok.

Küfür etmek kolaydır.  Yabancı dil öğrenmeye başladığında bile önce küfür etmeyi öğrenirsin.  Zor olan doğru kelimelerle kendi düşünceni açıklamaktır.  Budur mühim olan, budur seni sen yapan.

Kendimi ifade etmeyi seviyorum ben, bunun için yazıyorum zaten.  İmkanım oldukça da yazacağım.  Sende kendini ifade et, yaz sende.  Tartışalım ama o seviyenin altına inmeyelim.  Sevgi gösteremiyorsak dahi, saygı duyalım.  Gerçekten zor değil.

Gökkuşağı tek renk olsa, bu kadar güzel görünmezdi.  Farklılıklar oldukça güzeliz.  Konuştukça, anlaştıkça, sevdikçe güzeliz.

Sevgiyle.



29 Nisan 2015 Çarşamba

Erkekler neden zeki kadınlardan korkar?


Amerika’lı bir arkadaşım var Danny isminde.  Beraber büyüdük sayılır.  Babası tam bir Türkiye aşığıdır ve senede en az altı kez falan gelirler buraya.  Danny, bizim biscolata erkeklerini bile kıskandıracak kadar yakışıklı, mimar ve inanılmaz hazır cevap.  Muhtemelen dünya üzerindeki tüm kadınların uğruna ismini ve dahi portresini koluna dövme yaptıracağı erkeklerden.  Geçen gün evlilik ile alakalı yaptığımız konuşmadan sonra bana bir söz yolladı whatsapp’tan.  “Eğer bir kızın senin için doğru olduğunu anlamak istersen, ona, “telefonumu kaybettim arayabilir misin?” diye mesaj at, eğer ararsa, durma evlen onunla.” diyordu.  Yani Danny gibi kendine güvenen, erkeklerin onun gibi olmak isteyeceği, kadınların onunla olmak istediği bir erkek bile aptal kadın istiyordu demek.  Erkekler neden zeki kadınlardan korkuyor?  Kadınlar ve erkekler için belki çok zeki olmayan biri ile zaman geçirmek hoş gelebilir ilk başlarda, kandırırsın, espri yaparsın anlamaz, kendini yanında daha bir yeterli hissedersin, daha bir eğlenirsin falan ama sonra.  Sıkılmayacak mısın?  Ben tahammül edemem vallahi.  Ama erkekleri bir konuda uyarmak isterim.  Aptal kadın diye bir şey yok beyler.  Kendinizi kandırmayın.  Aptala yatan kadın vardır.  Senin o tatmin etmeye çalıştığın ego’nu daha bir kabartmak adına, seni sevindirip, senin de onu sevindirmen adına aptala yatan kadın vardır.  Sen kendini inanılmaz zeki gördüğün o anlarda aslında istediğini sana yaptırmak adına ince düşünceler içinde olan kadın vardır.  Bkz. Marilyn Monroe…  Yoksa cidden o kavanoz kapağını açabilmek için bıçakla havasını almak varken, neden senden yardım istiyor, yada kaslı kollar mı gerekiyor sahiden ampul değiştirmek için?  Oldu canım. 

Erkeklerin kendilerini Herkül hissettirecek kadına olan ihtiyacı ile aynı orandadır, kadınların da Alfa erkeği ihtiyaçları.  Ve maalesef bunun olmadığını anladıklarında, kendilerini geri çekerler ki, kendileri ve dahi tüm çevresi, birlikte olduğu adamın Alfa erkeği olduğunu düşünsün. 

Sanırım bugünlük size verdiğim bilgiler kafi.  Bunları yazarken yine bekar hayatımdan boy veriyorum ya, neyse…  ;)

Sevgiyle,


28 Nisan 2015 Salı

10 Sene Öncesi ile Görüşme

Ş.B (Şimdiki Berrak)
Ö.B. (Önceki Berrak)

Ş.B. : Nasılsın Berrak?

Ö. B. : İyidir, süperim senden naber?  Saçını mı boyattın sen?  Kızıla hemde.  Nasıl cesaret ettin?  Ben kestirmeye bile kıyamıyorum, o yüzden de sürekli topluyorum, gerçi sıkılıyorum ama risk almaya ne gerek var?  Vay canına.  Kaşını almışsın ama aynı zamanda kilo da almışsın.  Almışım, almışsın, neyse işte.  Kahve?

Ş. B. : O zamanda severdim dimi?  Alırım tabii.  Saçlarını bir sene içinde sarıya yakın bir renge boyatacaksın, sonra deliler gibi pişman olup, eski rengine boyatacaksın.  Sonra rengi bozulacak ve çikolata kahve rengini kullanacaksın bayağı bir zaman, sonra sırasıyla, karamel, sarı, karamel, çikolata kahve, kızıl ve bakır olacak.  Ha arada yine bir haftalık sarışın olacaksın ama deli gibi pişman olup hemen bakıra geri döneceksin.  Bu rengi de kendin keşfettin sanma sakın, televizyonda göreceksin, Hürrem Sultan rengi diye yaptıracaksın.  Saçını kestireceksin sonra, öyle böyle değil hemde kısacık.  Aynanın karşısına ilk geçtiğinde ağlamamak için zor tutacaksın kendini ama geçecek.  Sonra devamlı değişiklik yapacaksın kendinde.  Değişikliğin iyi olduğunu fark edeceksin bir süre sonra.  Her anlamda.! Fikirlerin de değişecek zamanla, sen onların sahibisin, onlar senin değil, bunu anlayacaksın.

Ö.B. : Vay canına.  Kahvenin yanında sigara mı yaktın sen?  Annem görmesin kızım, gebertir seni bak!  Hem annemle babam nasıl oldu da izin verdiler bunca değişikliğe?  Ben kediyi almak için bile on takla atmıştım hatırlarsan.  Sedat’ı alalı iki sene oldu ama hala ona bile alışamadılar neredeyse.  Sedat nasıl bu arada? 

Ş.B. : Sedat iyi, iyidir yani.  Altı sene sonra ölecek ne yazık ki.  Ama üzülme, veterinerler altı ay yaşar en fazla demişlerdi ya hani, sekiz sene yaşayacak.  Mucize lakabını takacaklar ona.  Çalışmaya başladığında değişeceksin, önce acayip özgür olduğunu göreceksin, para kazanıyorsun ya hani.  Mükemmel işte.  Artık ailenden para almana gerek yok, aksine sen eve bir şeyler almaya başlıyorsun.  Çevren genişleyecek, yepyeni insanlarla tanışacaksın.

Ö.B. : Sedat öldü mü!?  Nasıl ya.  Yavrum benim.  Başka hayvan almadım dimi?  Hep derdim alamam başka diye.  Yeni iş ha.  Harika.  Yepyeni insanlar demek, yepyeni arkadaşlar demektir.  Bu da harika.  Çevrem arkadaşlarla dolacak yani. 

Ş.B. : Sedat’tan sonra bir kedi daha alacaksın.  Yine sokaktan ama.  Adını kızım koyacaksın, ama kedi erkek çıkacak.  Çok alay edeceksin bununla.  Arkadaş konusuna gelince.  Pek bi aldanacaksın işte o konuda, çoğu aslında iş hayatında çalışmak zorunda olduğun insanlar olacak.  Yeri gelecek iftiralar atılacak, yalanlar söylenecek, hakaretler işiteceksin ama her biri sayesinde güçleneceksin.  Şimdi çok samimi olduğun o arkadaşın var ya hani, ismini vermeme gerek yok anladın sen, işte onunla arkadaş değilsiniz mesela artık.  Gitgide daha az insan kalacak çevrende dost namına.  Ama bir o kadar da genişleyecek.  Nasıl diye sorma anlatamam işte.  Sen bir anlatsana, nasılım ben, nasıldım o zamanlar, televizyonda neler var mesela, nelerden hoşlanıyorum, gün içinde ne yapıyorum?

Ö.B. : Amaaan bilmiyorsun sanki.  Kızlarla iki – üç günde bir buluşup, Fiko’nun oraya kumpir yemeye gidiyoruz işte, Sedat’ı sabahları sahile indiriyoruz annemle ama her seferinde bu son diyoruz, fena tırmalıyor kerata.  Bisiklete biniyoruz çokça, camın kenarına oturup Kazım abi ve Yaşar ablayla muhabbet ediyorsunuz, ödü kopuyor annenin düşeceksin bi gün diye.  Akşamları msn’den konuşuyorsun arkadaşlarınla, msn’e geçemiyorsan aklında olduğunu belli etmek için bir kez çaldırıp kapatıyorsun.  Zaten kontörlü ya senin hattın, genelde yüklediğin gün bitiriyorsun.  Buffy’i izliyorsun ve Angel’ı tabiiki.  Angel sayesinde İngilizce öğrenmeye başladın mesela bu yaz, izleye izleye ilerleteceksin sanırım.  Yazın eve girmiyorsun neredeyse, hep bisiklete biniyorsun sokakta, ama şu karşı binadaki senden hoşlanan çocuk sürekli baktığı için sinir de oluyorsun bi taraftan.  Annen ve babanla kavga ediyorsun sık sık.  Anlayamıyorlar seni tam olarak çünkü.  Özgür bıraksalar ya biraz.  Bıraksalar arkadaşlarınla olsan hep, onlar seni anlayabiliyorlar çünkü, ailen korumacı biraz, dövme yaptırmak istediğini söyledin ona bile karıştılar.  Vücut senin halbuki, onlara ne ki?  Neyse makyaj yapmayı seviyorsun, saçını fönletmeye bayılıyorsun.  Dümdüz olmalı, siyah ve kahverengiden vazgeçemiyorsun, amcanlarla tatildeydin bu yaz, biyolojik babana sinirlendin yine, asla görmek bile istemiyorsun onun yüzünü.  Genel olarak mutlusun yani.  Sigaraya ne zaman başladın sen, yani ben?

Ş.B. : Öncelikle Fiko kapattı.  Grandhouse’da kapandı zaten.  AVM oldu sadece, ruhsuz bi yer.  Gelen giden yok.  Sedat’tan anladın ki kediler, köpekler gibi gezmeye meraklı değil.  Bahçe ortamı olmadıkça sahile indirmiyorsun artık.  Evde kondisyon bisikletin var artık ama çanta askısı olarak kullanacaksın.  Msn artık yok.  Skype var.  Kontörlü değil hattın artık, faturalıya geçtin, ama pek konuşmak isteyeceğin kimse yok.  Sadece özel insanlara ayırmak istiyorsun zamanını.  İngilizce’yi söktün iyice, bu sayede para kazandın senelerce.  O sana aşık çocuk evlendi, bebeği var şimdi.  Sende hala tık yok :) Saçlarını düz sevmiyorsun artık, renkli giyiniyorsun, sapsarı ve turuncu ayakkabıların falan var.  Ailene asla kızmıyorsun.  Senin için değerli olduklarını biliyorsun çünkü.  Şu an istediğin herşeye sahipsin Berrak tebrikler.  Özgürsün de, kendi kendine sürekli tatile falan gidiyorsun.  Ama zamanla bir şey öğreniyorsun, eski zamanlar iyi.  Mesela dövme yaptırabilirsin artık ama her şeyden hemen sıkıldığını farkettin, aynı motiften sıkılabileceğini düşünüp, iyiki zamanında izin vermemişler diyorsun.  Kimbilir ne yaptıracaktın?  Facebook var şimdi mesela, topluca ordan mesajlaşıyorsun arkadaşlarınla, doğum gününde duvarına 300 kişi falan yazıyor ama sen evinde, onlar evlerinde oluyorlar.  Skype’dan görüntülü görüşmekten kimseyle yüz yüze bile gelmiyorsun.  Haberler yok artık Twitter var.  Zaten haberlerde de cinnetten başka bir şey yok.  Televizyon izlemeyi sevmiyorsun artık, dizilerin falan konusu belli, yurt dışında eğitim almış modern köy ağalarına aşık yakın arkadaşlar yada kız kardeşler var sadece.  Sigaraya baban öldüğünde başladın.  Öldü babaların, ikisi de.  Annene daha bi bağlandın o yüzden.  Kardeşin göz bebeğin oldu.  Özgürlüğünle beraber sorumluluklarında arttı.  Biraz hırslısın.  İş hayatı yaptı bunu.  Bazen projeni tamamlamak için 3 gün ofiste kaldığın oldu.  Başardın ama, yaptın istediklerini.  Hayalini kurduğun her şeye sahip oldukça, yalnızlaştığını farkedeceksin, hazır ol.  Ama şunu bil ki, şimdi her ne için şikayet ediyorsan, 10 sene sonra keşke olsa diyeceksin.  Kızma kimseye, ne zaman öleceklerini bilemiyorsun çünkü.  Yaşadığın an’ın değerini bil.  Ve umudunu kaybetme.  Hayat seninden bazı şeyleri alırken, öyle mükemmel insanlar çıkaracak ki karşına, inanamayacaksın.  Sadece bekle.  Beklerken mutlu ol.  Çünkü şu an konuştuğun Berrak, 10 sene sonrasına böyle bakıyor artık.  Git babana, annene, kardeşine sarıl.  Kedini sev, beraber uyu bu gece.  Sevdiğin insanlara onları sevdiğini söyle.  Yanlarında ol.  İhmal etme.  Umudunu kaybetme, değişmekten korkma, besmelen selamın olsun, kalbini hep 20 yaşındaki gibi temiz tut.  İlerde anlayacaksın sana nasıl iyilik yaptığımı.

Sevgiyle kal Berrak,